Maradona Boca Yolunda

Maradona, Arjantin futboluna bir güneş gibi doğdu. Bu güneşin yörüngesinde ısınmak isteyen çok takımın olduğu Arjantin Ligi’nde Maradona için transfer savaşı başladı.

30 Ekim 1960 tarihinde Buenos Aires’in en fakir ve en tehlikeli gettolarından biri olan Villa Fiorito mahallesindeki Azamor caddesi 523 numaralı evde, büyüdüğünde dünyanın en büyük aşk hikayelerinden birinde başrolü oynayacak bir bebek dünyaya gözlerini açtı. 

Tüm ülke ve bölge insanının çoğu gibi hayatını tutkularının peşinde geçirecek olan bu isim, ülkesinin en büyük kulübü olan Boca Juniors’a sarsılmaz bir aşkla bağlıydı. Bu kişi Diego Armando Maradona’dan başkası değildi. Daha 8 yaşındayken Buenos Aires’te yetenekleri dilden dile yayılan bu ufaklık, şehrin genç yeteneklerini kısa sürede keşfetmesiyle tanınan Argentinos Juniors takımına katılmıştı. Burada daha genç yaşlarında kendini gösteren ve bir şehir efsanesi olmaktan çıkıp insanların dikkatini daha da çeken Maradona, üstün yetenekleriyle şehrin dev takımları Boca ve River’ın da ilgisine mazhar olmuştu. 

1980 yılında askeri diktatörlüğün, 1982 İspanya Dünya Kupası hazırlıkları için ülkede kalması gerektiği iddiasıyla Maradona’nın önce Juventus’a, ardından da Barcelona’ya satışını izin vermemesinden sonra River Plate, 1981’in başında Maradona’nın transferi için hamle yapan ilk kulüp oldu. River’ın başkanı karanlık bir isim olan Koramiral Carlos Alberto Lacoste’un isteği üzerine Rafael Aragón Cabrera, Maradona’nın temsilcisi Jorge Cyterspiller ile bağlantı kurdu ve ona, o zamanlar takımdaki en yüksek maaşlı oyuncu olan ve ülke tarihinin en büyük kalecisi Ubaldo Matildo Fillol’un sözleşmenin aynısını teklif etti. Ancak Diego daha fazla para istedi. Diego aslında River’a gitmek istemiyordu, ailesi onu Boca’nın 10 formasıyla numarasıyla görmek istiyordu.

İki Gazete Karşı Karşıya!

Klasik bir şekilde iki büyük kulübün bir oyuncu uğruna kapışması beklenirken, olay spor tarihinin en büyük yarışmalarından biri olan Tour de France’a benzer bir hal almaya başlayacaktı. Nasıl ki Tour de France iki rakip L’Auto ve Velo gazetelerinin rekabetiyle temeli atılıp bugünlere geldiyse, bu transfer de ülkenin en büyük gazetelerinden ikisi olan Cronica ve La Razon’u karşı karşıya getirecekti. 

Cronica gazetesinin fanatik Boca Juniorslı sahibi Hector Ricardo Garcia, River Plate’in bu işin peşinde olduğunu bilmesinden ve özellikle de darbe yönetiminin önemli isimlerinden biri olan dönemin River Plate başkanı Koramiral Carlos Alberto Lacoste’un işin içinde olmasından dolayı elini çabuk tutması gerektiğinin farkındaydı. Boca’nın bu transferi gerçekleştirmesi için cebinden 10 milyon dolar ödemeye hazır olan Hector Ricardo Garcia, La Razon gazetesinin efsanevi yazı işleri müdürü ve River Plate taraftarı olan Felix Laino’nun yaptığı “Maradona transferi için sağlanan fonların kaynağı araştırılacak” haberi ve Koramiral Lacoste’dan da çekinmesinin etkisiyle ödeyeceği meblağdan vazgeçmek zorunda kalmıştı. Ancak geri adım atmayan Garcia, Diego’ya babası ile balık tutmaya gittiği Corrientes’te ulaştı ve ona River’a gidip gitmeyeceğini sordu. Diego’nun burada “Hayır, Boca beni aradığı için onlarla imzalamayacağım” demesiyle ertesi gün Cronica gazetesi “Maradona a Boca” manşetiyle çıktı ve operasyon resmen başladı. 

Rekor Bedelle Boca’ya

Ancak Boca’nın operasyonu tamamlayacak parası yoktu. Aralık 1980’de gıda endüstrisindeki bir iş adamı olan Martín Benito Noel, başkanlık seçimlerinde efsanevi Alberto J. Armando’yu yenmişti (La Bombonera’ya adı verilen efsane başkan). Silvio Marzolini’nin teknik direktör olarak başa getiren Noel sonrasında Miguel Angel Brindisi, Carlos Morete, Marcelo Trobbiani, Osvaldo Escudero, Roberto Passucci ve Uruguaylı Ariel Krasouski’nin transferleriyle kadroyu yenilemek için güçlü bir yatırım yapmış olmasına rağmen, Maradona’yı getirmek hala bir hayal gibiydi. 

İşte Héctor Ricardo García’nın devreye gireceği yer burasıydı. Crónica’nın sahibi, Diego’nun bonservisini Argentinos Juniors’tan satın alıp Boca’ya vermeye karar verdi. Arjantin’de artık başka hiçbir şeyden bahsedilmiyordu. Boca’nın tüm önde gelen isimleri ve Hector Ricardo Garcia ellerinden gelen her şeyi yapıp işi bitirmeye çok yakınlardı ve sonunda beklenen oldu. Arjantin’in milli hazinesi Maradona, bankalardan çekilen 2.5 milyon dolarlık kredi, Argentinos Juniors’un federasyona ve bankalara olan borçlarının ödenmesi, Boca’dan Argentinos’a gönderilen 6 oyuncu ve tüm geliri Argentinos’a bırakılacak hazırlık maçıyla beraber takvimler 20 Şubat 1981 Cuma günü saat 14.30’u gösterirken Boca Juniors’un oyuncusu olmuştu. 

İmzanın 2 gün sonrasında ise Diego ilk kez Boca formasını giyecekti. Herkesin nefesini tutarak beklediği maçta hayallerin ötesine geçen bir performans gösteren Diego, takımı Tallares’i 4-1 geçerken biri penaltıdan olmak üzere attığı iki golle güne damgasını vurmuştu. Diego’nun durmaya niyeti yoktu, forma giydiği ilk Superclasico’ya da takmın bir diğer yıldızı Miguel Brindisi ile birlikte damgasını vurarak, Fillol ve Kempes gibi dönemin en büyük isimlerine karşı sahadan 3-0’lık bir zaferle ayrıldı. Maradona artık Boca ve kendisinin zamanı olduğunu tüm ülkeye kanıtladı. Sezonu 34 maçta 20 galibiyet, 10 beraberlik ve 4 yenilgiyle kapatan Boca Juniors, Ferro Carril Oeste’nin önünde şampiyonluğunu ilan etti ve Maradona taraftarı olduğu takımla ilk ve tek kupasını kazanmış oldu. 

Avrupa Macerası

1982 Dünya Kupası sonrası rekor bir ücretle Barcelona’ya transfer olmadan önce Boca formasıyla 40 maçta 28 gol bulan Diego, eve dönüş için ise 13 sene bekleyecekti. Bu süre zarfında hepimizin bildiği gibi Barcelona ile başlayan serüveni hem en büyük başarıları tadacağı hem de en dibi görmesine yol açacak olaylara gebe olan Napoli süreci, 1986’da kazanılan efsanevi dünya kupası ve 1990 yılında dramatik bir şekilde kaybedilen finali de içerecekti. Aslında 1990 yarı finali öncesinde Napolililere ithafen söylediği “Ben size iki şampiyonluk verdim, ya İtalya size ne verdi? Yılın 364 günü sizi unutanları mı, yoksa beni mi destekleyeceksiniz?” sorusu kariyerinin dönüm noktası olacaktı. 

Final sonrası üzerindeki tüm koruma kalkan Diego’nun suçları tek tek ortaya çıkıyor ve uzun süreli cezalar alıyordu. Bu zorlu süreç sonrasında oynadığı Sevilla ve Newells Old Boys dönemlerini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Çünkü tamamen futboldan kopmuş, dibe vurmuş ve son gücüyle oyuna tutunmaya çalışan bir Diego vardı. Futbol yavaş yavaş Maradona’yı bırakırken 1994 Dünya Kupası’nda son kez milli formayı giyebilmenin umuduyla tekrar eski formuna yaklaştı. Yunanistan maçında attığı golle ve kameraya koşarak gerçekleştirdiği unutulmaz sevinciyle adeta geri döndüm diyordu. Ancak maç sonrası yapılan testlerde idrarında yüksek oranda efedrine rastlanan Maradona’nın kupa hayali yarım kaldı ve kariyeri tamamen bitme noktasına geldi.

Geri Dönüş

Artık yuvasına, biricik aşkına dönmek ve huzur bulmaktan başka bir çare kalmamıştı. 7 Ekim 1995’te 60 bin civarı insanın adeta salkım saçak bir şekilde doldurduğu La Bombonera’da evine son kez geri dönen Diego, burada kendi başarısından çok formasını teslim edeceği bir sonraki efsane isim Juan Roman Riquelme’ye adeta el veriyordu. Takvimler 1997 yılının 14 Eylül gününü gösterirken Maradona Boca Juniors formasıyla son golünü, kaderin cilvesine bakın ki milli takımda uzun yıllar beraber ter döktüğü yakın dostu Sergio Goycochea’ya penaltıdan atıyor ve Boca Juniors, Newells Old Boys’u mağlup ediyordu. 16 sene önce Kempes ve Fillol gibi iki efsaneyi barındıran River Plate karşısında ilk Superclasico’da golünü atıp maçı getiren Maradona, kariyerinin son maçını da yine bir Superclasico zaferiyle 25 Ekim 1997’de El Monumental’de noktalıyordu. 

Perulu yazar Mario Vargas Llosa bir yazısında “Bir futbolcuya duyulan hayranlığı, saf şiire ya da soyut resme duyulan hayranlığa çok yakın bulup, ‘Futbolun erdemleri -beceri, çeviklik, hız, virtüözite, güç- zararlı toplumsal tutumlarla ya da insanlık dışı davranışlarla ilişkilendirilemez. O nedenle, madem kahramanlara gereksinim duyuyoruz, yaşasın Maradona” diyordu.

Omzunda Che, bacağında Fidel’i mezara taşıyacak kadar seven ve dövmelerini yaptıran bu adam, isimsiz milyarların kahramanıydı. 60 yıllık yaşamı, bütünüyle bir başkaldırıydı. Onun için “Tanrıların en insancılı” deniyordu. Maradona, kimilerine göre “Tanrı”, bazılarına göre kusurlu insanın en kusursuzu; belki de en kusurlusuydu! Yoksulların kükreyişi, dünyada milyarlarca ötekinin haykırışıydı…

On Dört Numara’nın Maradona sayısı okumaya Sayı #8: Maradona‘dan devam edebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir