Cruyff sayımızda Benim Oyunum‘a yer vermesek olmazdı. Kutluhan Kocadağ, Johan Cruyff‘un kitabından kesitleri derledi.
Johan Cruyff:
Oyunculukta her şeyden üstte gereksinilen dört şey vardır; iyi çim, temiz soyunma odaları, ayakkabılarını kendi temizleyen futbolcular ve sağlam kale ağları.
Sorunlar nadiren büyük hatalardan doğar, önemli olan ufak hatalardır.
Ayaklarınızla koşar, beyninizle oynarsınız.
Her büyük oyuncu takım arkadaşlarının sırtında yükselir.
(Rinus) Michels idaresinde çalışmaya başladığımda, hazırlık döneminde ilave antrenman yerine her gün maç yapardık. Burada niyet olabildiğince çok ve farklı durumu analiz ederken, aynı zamanda maç kondisyonumuzu artırmaktı. Ajax bu net ve basit izlek sayesinde onlarca dünya çapında futbolcu yetiştirdi ve ben de bu yüzden hep benzer temel ilkeler çerçevesinde çalıştım. Michels gibi ben de antrenmandan çok maç yapmaya ama ilerleme, gelişim getirecek şekilde yapmaya inanıyordum. Mesela Barcelona’dayken hazırlık maçlarında top kontrolüm artırabilmek için kaleci Andoni Zubizaretta’yı sol içte oynatırdım. Bu yolla takımla bağlantısını da güçlendirmeyi ummuştum. Bugünkü Ajax böyle bir şey yapmayı hayal bile edemez. Ajax’ı büyük bir Avrupa kulübü yapan kurallar bunlardı…
Benden daha genç eski futbolcular beni hayal kırıklığına uğrattı mı? Evet ama ben bunun, belli tarzda futbol oynamalarını, futbola belli bir açıdan bakmalarını doğuran yetiştirilişlerinden kaynaklandığını düşünüyorum. Nerede oynadığınız, sizi kimin yetiştirdiği bu yüzden önemlidir çünkü aldığınız eğitim, en iyiyle diğerlerinin ayrımını yapmanızı sağlarken ardınızda bırakacağınız mirası da belirler. Bayern Münih’e bakın: Elli sene önce ikinci ligdeydi ama bugün kaliteli futbolun standartlarını belirliyor. Sahada belli birtakım standartlar yerleştiren idareci ve çalıştırıcıları seçmek suretiyle futbolun geleceği görülmek istendiğinde bakılan kulübe dönüştüler. Gelişmenin yolunun İspanya veya İtalya’da yapılanları kopyalamaktan değil, önce kendine bakmaktan geçtiğini gösterdiler. Kendine bakmaksa becerilerini saptamak ve eksiklerini gidermek demektir. Bir Alman’dan Hollandalı gibi oynaması gerektiği talebinde bulunamazsınız. Ya da bir İtalyan’dan. Olmaz. Öyleyse onlara bakmayacaksınız. Önce kendinizi anlayacaksınız. Baştan beri felsefem buydu. Böyle yapmamak için sıralanacak bahanelerin kolayca tahmin edilebilir ve genellikle parayla ilgili olmalarına rağmen sonuçta maçlar on bire on bir oynanır. En zengin kulüp bile kalkıp sahaya on iki adam süremez. Mesele daima temel niteliklerle ilgilidir ve kimse çıkıp bana bugünlerde Hollanda’da, Ajax’ta veya milli takımda temel niteliklerin bulunmadığını söylemeye kalkmasın.
Nerede oynadığınız, sizi kimin yetiştirdiği bu yüzden önemlidir çünkü aldığınız eğitim, en iyiyle diğerlerinin ayrımını yapmanızı sağlarken ardınızda bırakacağınız mirası da belirler.
Kulübün en önemli parçası CEO değil ilk on birdir. Takım iyi performans gösterirse para kazanılır; antrenmanlar yolunda ve herkes memnun demektir. Kulübün her parçası A takımı desteklemelidir. İster çalıştırıcı veya malzemeci, ister CEO, ister saha bakıcısı, ister delege, ister çamaşırcı; hepsi Ajax’tır. Herkes ilk on bire hizmet edecek şekilde çalışır. Böylece herkes vazgeçilmez olur çünkü kim, ne rol oynarsa oynasın sonuç tek kulüp, tek Ajax’tır. Böyle düşünmüyorsanız futbol işine girmeye hiç zahmet etmemelisiniz. Elbette yöneticiler kenarda kalırken A takım tüm ışıkları, tüm ilgiyi üzerine çekecektir ama bu ilkeler kulübün tüm bölümleri için geçerlidir ve üyeler konseyiyle yönetim kurulunun görevleri benzer bir takım ruhuyla yerine getirilmelidir. Mesela altyapı eğitimi öncelikle futbolu bilen, anlayanlarca verilmelidir ama bu kişilerine elinde sağlık, eğitim ve yardımlaşma gibi diğer alanlarda beceriye sahip bir destek ekibi bulunmalıdır.
Oyuncu, antrenör ve menajer olarak futbolda hemen her şeyi yaptım. Tek eksiğim milli takım hocalığı. Kariyerimdeki tek başarısızlık bence. Rinus Michels’in 1990’da milli takımı Dünya Kupası’nda yönetmem için beni çağırmayışına yaşlandıkça daha fazla bozuldum. Michels’la tüm anlaşmazlıklarımızı gidermiştik ama özel bir şeyi, hele tam olgunluk çağımdayken yapamamış olmak gene de ağzımda nahoş bir tat bıraktı. O dönemde milli oyuncular kariyerlerinin zirvesindeydi ve takım, 1988 Avrupa Şampiyonası’nı kazandıktan sonra Hollanda futbol tarihinin en büyük başarısına hazırdı. Antrenör olarak ben de aynı durumdaydım ve gerek kulüp gerekse milli takım seviyelerinde yaptıklarıma bakarak çağrılmayı beklemiştim. Hatta genelde oyuncuların ve benim istediğimiz de biliniyordu çünkü takımı çalıştırmaya çağrılmam güçlerimizin bir araya gelmesini, 1974 ve 1978’de kazanmış olmamız gereken dünya şampiyonluğunu nihayet kazanmamızı sağlayacaktı. Ama çağrılmadım çünkü Michels’in kafasında başka fikirler vardı. Ruud Gullit, Marco van Basten, Frank Rijkaard ve Ronald Koeman gibi milli yıldızların arzusuna rağmen çağırmadı beni. Meğer federasyonu alaşağı etmek istediğime dair birtakım dedikodular duymuş ve kendisi federasyonun teknik kurul üyeliğini yürüttüğünden başına bela almak istememiş…
Oyuncu, antrenör ve menajer olarak futbolda hemen her şeyi yaptım. Tek eksiğim milli takım hocalığı. Kariyerimdeki tek başarısızlık bence. Rinus Michels’in 1990’da milli takımı Dünya Kupası’nda yönetmem için beni çağırmayışına yaşlandıkça daha fazla bozuldum.
Avrupa’nın genelini bir anlığına unutup tüm Hollanda kulüplerinin bir araya gelerek ilk on birde en az altı Hollanda pasaportlu oyuncu oynatma konusunda anlaştığını düşünün, “İspanya’da veya İngiltere’de ne yaptıklarından bize ne; biz bu fikirdeyiz ve Amerikalıların yaptığı gibi, önce kendimizi düşünüyoruz.”, dediğimizi düşünün. Amerika’da hiç kimsenin MLB, NBA ve NFL politikaları üzerinde orantısız etkisi yoktur. Tüm kararların sporun hayrına alınacağı şekilde örgütlenmiştir. O açıdan Avrupa çok geridedir. Bundan ayrı, yerel takım sahiplerinin çoğu artık parasız. Para çoğu yerde dışarıdan geliyor ki o da ülkenizdeki futbolu etkileyen kararların gittikçe daha fazla Amerika’daki, Asya’daki ve Ortadoğu’daki yönetim kurullarında alınması demektir.
… Beş hat doğru kullanıldığı ve herkes üzerine düşeni yaptığında ortaya, taktiğin elzem ögesi üçgenler çıkacaktır. Bir oyuncu pas vermeye, ikincisi almaya ve üçüncüsü boşa kaçarak sonraki pası almaya odaklanacaktır. Kısacası, futbol bazen fazlasıyla karmaşık zannedilirken iyisi, basit tutulduğunda ortaya çıkar.
Amerika’da spor, eğitim sisteminin bütünleşik bir parçasıdır. Bu yaklaşım daha fazla çocuğu oynamaya teşvik eder ve böylece franchise’ların avlanabileceği havuz büyür.
On Dört Numara’nın Cruyff sayısını okumaya Sayı #1: Cruyff‘tan devam edebilirsiniz.