Röportaj: İlhan Özgen’le Maradona Ve 1986 Dünya Kupası

Maradona sayımızda 1986 Dünya Kupası’na değinmesek olmazdı. Turnuvayı Rival App Yazı İşleri Müdürü İlhan Özgen‘le konuştuk.

Maradona’ya dair bugüne kadar Toprak Saha ve Socrates’te birçok içerik ürettin ve birçoğuna da üretilirken şahit oldun. Bu içeriklerin oluşumu sırasında Maradona’yla alakalı duyduğun en etkileyici şey neydi?

Etkilemekten ziyade yüzümü güldüren diyeyim… Yakın dönemde Aras gitti, ondan önce de Doruk gitmişti Napoli’ye. Onların futbol tarihi merakı elbette benim kadar yok. İkisinin de orada gördüğü, şehrin Maradona’ya bakışı, onu nasıl gördükleri, onu koydukları mertebeyi görmeleri ve girdikleri şok beni çok etkilemişti.

Onun dışında benim hayatımdaki, ‘Bu adam çok önemli galiba’ ânı, 1994 Dünya Kupası’nda Yunanistan’a verkaçlarla attığı çok güzel bir gol var, o olabilir. Benim ilk izlediğim Dünya Kupası, Maradona gelecek mi, gelmeyecek mi muhabbetleri vardı. Maradona izleme hazırlığı vardı insanlarda. O golün yarattığı etkiyi bizatihi gördüm. Babam o zaman Batman’da görev yapıyordu. Askerlik şubesinde asker abilerin o golü konuşması… 

Sonrasında turnuva devam ederken anneannemlerin yanında Konya Ereğli’deydik, oradayken Maradona dopingli çıkmıştı. Annemin amcasına misafirliğe gitmiştik, kapıyı oğlu İlker Abi açtı, ilk dediği laf ‘Metin Abi, Maradona dopingli çıkmış.’ oldu. Bütün turnuva onun üzerinden konuşuluyordu. Çocuk aklımla ‘Ulan, bu adam ne kadar önemli!’ dediğim anlardan biriydi o 1994 Dünya Kupası’ndaki Maradona figürü.

Maradona, yetenek yelpazesi dönemine göre çok geniş bir oyuncu. Sence Maradona’nın diğer futbolculardan en çok fark yarattığı özelliği ne?

Savaşçı orta saha kimlikli bir on numara olması. Beni en çok etkileyen özelliği de budur. Mesela Zico da muazzam yetenekli bir oyuncu, Platini ve Laudrup da çok yetenekli oyuncular, çok fazla on numara var. Bugünün futbolunda yetenek azaldı mevzusu var ki bence doğru. O zaman da aksine böyle bir bolluk var. Her takımda neredeyse çok yetenekli birkaç oyuncu var. 

Mesela İtalya’da Antognoni bugün olsa cam kürede taşır İtalyanlar oyuncuya bir şey olmasın diye. O dünyada bile Maradona’yı bütün o on numaralarla kıyasladığında hep öne koyuyorsun. Dripling Maradona, frikik Maradona… Sıralıyorsun sıralıyorsun, bir yere geliyorsun, oyuna isyan etme, mağlubiyete isyan etme, oyuna ağırlığını koyma orada da Maradona diyorsun. Çok farklı bir karizma sahada. 

Maradona sık sık kendinden üçüncü tekil şahıs olarak bahsettiğini biliyoruz. Eric Cantona, Zlatan Ibrahimovic ve Andrea Pirlo gibi persona yaratan futbolcuların atası Maradona diyebilir miyiz?

Pele onun öncüsü, o da kendinden üçüncü şahıs olarak bahseder. Bunlar için “Bir Diego vardı, bir de Maradona vardı” ya da “Bir Edgar Nascimento vardı, bir de Pele vardı” deniyor ya. Maradona da onun öncülerinden ama başlangıç Pele.

Pele’yi Nascimento olarak anlattığında, fakirliği, yokluğu anlatıyorsun, Pele olarak anlattığında başarıları, oyunu nasıl değiştirdiğini, Dünya Kupaları’nı anlatıyorsun. Maradona’da sahanın dışına da çok çıkıyorsun. Mafya, uyuşturucu, kadınlarla ilişkisi, spekülasyonlar… 

Bir yandan aslında bu kadar etki etmesinin sebebi de bu. Ne Ibrahimovic ne Cantona ne Pirlo saha dışında bu kadar filmlik hikâyesi olan insanlar değil bence. Aralarında duruş olarak Cantona daha muhalif daha sert duran bir adam ama filmini çekmek ister misin?  Ben çekilse de çok da neler anlatılacak diye oturmam başına, izlerim de. Ibra’nın çocukluk hikayesi vurucu ama sonrası? 

Burada Maradona’da suyunu sıkıyorsun 20 tane belgesel çıkıyor. Saha dışında da çok fazla malzeme veriyor. Asif Capadia belgesel yapıyor, “Ben Barcelona ve Arjantin’inine bulaşmayacağım sadece Napoli’yi anlatacağım” diyor, başyapıt belgesel çıkıyor ortaya.

Diego ve Maradona’yı özel antrenörü ‘İyi insan, futbolu oynamayı seven, futbolu hayatının merkezine koyan Diego ve şöhreti, ünü kaldıramayan, pis işlere bulaşan Maradona’ olarak anlatıyor. Saha içine de baktığımızda İngiltere maçında olduğu gibi -hem Tanrı’nın Eli hem de ondan sonra attığı muazzam gol- iyi ve kötü personasının ortaya çıktığı çok an var. Senin için Maradona’nın saha içinde en iyi ve en kötü ânı ne?

Zıvanadan çıktığı Brezilya maçı var. Roma maçı var, 1989/90 sezonu olması lazım, baya bir kavga ediyor, maçın sonunda tekmeleşiyor… Dünya Kupaları’nda İngiltere maçı var, futbolun kirli yönünü de kullandığı. Futbol bir hile oyunu derler ya onlar, onu en çok gösterdiği yer İngiltere maçı.

Napoli’de ilk senesinde bir Udinese maçı var. Elle gol atıyor. Zico ile tartışıyorlar, hatta Zico ceza yiyor hakeme çıldırdığı için. Zico gibi bir adamı bile çıldırtıyor. ‘Elle attığını söylesene.’ diyor Zico, ‘Rahat ol, futbol bu. Böyle şeyler olacak.’ diyor Maradona. Hatta Zico İngiltere maçından sonra ‘Antrenmanı bizim maçta yapmıştın.’ der. Ama en simge maçı İngiltere tabii.

Turnuvadan önce Napoli ve Arjantin Milli Takımı arasında bir hazırlık maçı oynanıyor. Bu tarz maçlar o dönem sık gerçekleşen bir durum mu yoksa sadece Maradona etkisi mi?

Maradona’nın da etkisi var tabii ki de ama o dönem Güney Amerika takımları bu tarz garip hazırlık maçlarını çok yapıyor. Yanlış hatırlamıyorsam 1978’de Coutinho çalıştırırken bir Avrupa turu var. Sırayla oynuyorlar herkesle. O dönemde oyuncular ağırlıklı olarak Avrupa’da oynamadığı için, oyuncuları Avrupa futboluyla tanıştırmayı amaçlıyorlar. “Bir sopa yiyin bakalım” diye getiriyorlar. 

İlk başlatanın da 1958 Dünya Kupası’nda Vincente Feola olması lazım. Avrupa’ya getirip maçlar yaptırtıyor. Anormal bir şey değil ama elbette Maradona etkisiyle oynamışlardır Napoli’yle.

Turnuva başlamadan önce Arjantin, Güney Amerika’da baya hırpalanıyor. Kaçışı Avrupa turuyla buluyorlar. Bilardo’nun da bu takımın iskeletini ve sistemini bu turda oturttuğu söylenir. Arjantin’in temel sistemi nedir?

Hızlı ve güçlü kanat oyuncularına dikkat edip savunma tarafını onarmak istiyor. İkincisi Maradona gibi yürüyen adamları -bugünkü futbolda yeri olmayan 10 numaralar gibi- o zaman da bu tarz oyuncular seni eksik oynatıyor ama antrenörler buna çare buluyor, orta sahayı o kadar kalabalık tutma nedenlerinden biri de -altılı tutuyor- Maradona’nın defansif tarafının çok olmaması. Oraya ‘su taşıyıcı’ denen oyuncuları koyuyor. 

Diğeri de hücum tarafında her şey Maradona ve Valdano tarafına yıkılıyor. Elinde çok formda oyuncu ekibi de yok. Burruchaga altılının önü gibi oynuyor Maradona’yla. Temelinde Maradona’nın topsuz oyundaki normal eksikliği bir de Avrupa futboluna karşı savunmayı daha önde tutma.

Bilardo’nun oyunculuk geçmişinde de hocaları savunmanın sertlik tarafıyla ilgilidir. Estudiantes’te Milan maçları vardır felaket. Menotti’yle kavgaları da oradan başlar. La Nuestra denen dribling ve toplu oyun üzerine felsefeyi savunur Menotti, Bilardo onu savunmaz. Tartışmanın sebebi de savunmacı antrenör olarak görünmesi. Şu an olsa daha çok övgü alırdı, büyük taktisyen denirdi. O zamanlar çok övülmüyor hocalar. 

Düşünsene milli takımda genç yaşlarda hayal kırıklığı olmuş bir genç yetenek Dünya Kupası alıyor, en büyük performansı o veriyor, ona bir konfor alanı yaratıyorsun, çok az gol yiyorsun… Bunları geçtim, tavuk falan yemeleri yasak, menülerine kadar dokunuyor, özel aşçılar götürüyor. Duran top antrenmanı yaptırıyor, finalde attığı iki golde çıldırıyor, korner dizilişi yapıyor, korner savunması dizilişi yapıyor. Bilardo’yu seversin sevmezsin, ben de çok hayran değilim ama çok öncü, bugünün futbolunu etkilemiş şeylere imza attığını görüyorsun.

 Estudiantes tarafından gelen biraz pisliğe, savaşa, kavgaya, ‘dolandırıcılığa’ müsamaha gösteriyor. O takımın çıkmasında büyük payı var. Twitter döneminde olsa çok alkış alırmış antrenörlüğü. Diego Simone gibi diyebiliriz tanımayan arkadaşlarımız için.

1980’ler Arjantin futbolu için iki ekolün doğuşunu daha doğrusu iki isim üzerinden simgeleşmesini getirir. Menotti ve Bilardo. Bu iki teknik direktörü yöntem ve oyuna yaklaşım açısından nasıl ayırırsın? Aslında ben izlerken Menotti hücum, Bilardo savunma futbolu oynatır ezberiyle daha farklı bir şey bekliyordum ama…

Hayır canım öyle bir şey yok. Dünyanın en büyük yalanı. Biz Scala’nın Parma’sını yaptık Sinyor Ne Diyor’da, o takıma “Ligin en iyi savunmalarından biri” denirdi. Program partnerim Doruk ilk kez izlemişti o takımı, dedi ki “Şu an olsalar en iyi hücumlardan biri olurlardı.”

İtalyanlar savunma oynamıyor, ani presle hücum yapıyorlar ve topun arkasına geçiyorlar. Mourinho, Simeone ekstra şeyler yapıyorlar. Bunlar öyle topu atarız da Maradona bir ara fırlar gol atar topu oynamıyorlar. 1974′ Almanya’ya da öyle derler ya, öyle değil, bayağı top oynuyorlar. Ha dönemine göre iyi, organize savunma yapıyorlar, o ayrı. Kavga eden, didinen takım yaratıyorlar. Yani İtalya’daki kulüp kariyerinde bile bir takımı bölen Arjantin Milli Takımı Kaptanı Daniel Passarella yerine Maradona’ya alan açmak, “Bu senin takımın!” demek de az iş değil Bilardo açısından. Büyük antrenörlük.

Maradona kariyeri boyunca sürekli inişler ve çıkışlar yaşayan bir oyuncuydu. Turnuvaya gelirken hayatı ve kariyeri bu iniş-çıkış dengesinde nerede kalıyordu?

1984’te Napoli’ye gelince dipten biraz çıkmaya başlıyor. Orada aradığı ortamı, Arjantin’i buluyor. Bence kilit olay o. Yavaş yavaş takıma transferler yaptırmaya, orada o gücünün olduğunu hissetmeye başlıyor. Başkan Ferlaino’yu, şehri avcunun içine alıyor. Öyle öyle futbolu ve hayatında yükseliş başlıyor. 

Dünya Kupası 1984’te olsa dibinde derdim. Çünkü hakikaten dipteydi o da performans olarak değil. Barcelona’da çok kötü futbol oynamıyor ama hayatı futbolun dışında olduğu için adamın hep onunla konuşuluyor. Hep o mutsuzluğu, rahatsızlığı, kolonisiyle gündemde. 

1986′ biraz çıkmaya başladığı dönem. Ama kendi de söyler 1986’ya giderken dünyanın en iyisi değil. Zico var, Platini var. Bütün Dünya Kupası hazırlık dönemi, “Platini mi kazanacak Zico mu?” sorusu var. 

2006’da Zidane’ın performansının bence aşağıda kalır yanı yok. Messi’nin 2022’si öyle. Ama bunlar normal. Maradona’nın o dönem öyle bir kupa geçirmesi beklenmiyor. Yani olağanüstü bir genç yetenek ama olmamış henüz. Yani dünyanın en pahalı oyuncusu olarak Barcelona’ya gidiyorsun, dünyanın en pahalı oyuncusu olarak Napoli’ye gidiyorsun. Hâlâ o titrin var.  Bir taraftan Platini bir yanda sallamış İtalya’yı. Öbür tarafta Zico var; sakatlığı var ama 1982’de döktürmüş, İtalya’da kendini göstermiş. Sakat olsa da kupadan önce o ikisi dünyanın en iyi iki 10 numarası o dönem.

Maradona’nın İspanya kariyeri Barcelona-Bilbao kavgasıyla bilinir ama o dönem de o kadar kötü oynamıyor aslında. Beklentileri karşılayamıyor sadece. Dan Burns’tü galiba güzel anlatır, Napoli’ye gittiğinde herkes imza almak için Maradona’yı bekliyordu ancak Barcelona’ya gittiğinde Ben Schuster’i bekliyordu diye. Başkasının takımına gitmişti. Schuster gerçekten çok iyi oyuncuydu. O yüzden sanki Maradona’nın oraları yok gibi anlatılıyor. Aslında var…

O yüzden ben “Maradona’nın kariyerinde birkaç senesi var gerisi yok” söylemine de katılmıyorum mesela. Ama 1986’ya geldiğinde bütün bu mevzular neticesinde öyle “Bu kupada şov yapacak” denen bir isim de değil.

Arjantin’in gurup maçlarına baktığımızda Güney Kore’ye karşı duran toplar ve uzun paslara dayalı bir oyun oynarken İtalya ve Bulgaristan maçlarında ana planın ağırlıklı bir şekilde seri ve kısa mesafede yapılan verkaçlar ve delici koşular üzerine olduğunu görüyoruz. Bu plan değişikliği turnuva sırasında Carlos Bilardo’nun yaptığı bir dokunuş mu yoksa Arjantin’in oyun yelpazesinin genişliğinden mi kaynaklanıyor?

Şimdi de öyle eskiden de öyleydi. Turnuvada eğrisini doğrusunu buluyor. 2022 takımı da öyle aslında. Bundan önce 1974 Almanya’yı konuştuk o da öyle. Turnuvadan önce bambaşka 11’lerle oynayıp, Polonya maçına kadar doğru düzgün net 11’i yok. Onun için biraz kervan yolda düzülüyor. İngiltere maçından sonra “Bunlar ne oynar, dizilişleri nasıldır?” öyle ortaya çıkıyor. İngiltere, Belçika ve Almanya maçları… 

Şampiyonadan önce takım olduk olayına inanmıyorum. 2010’da İspanya bile her şeyiyle çok düzenli görünüp İsviçre’ye kaybetti, Şili’yi yenip çıktı. Paraguay, Portekiz, Almanya öyle bir yol var. Almanya maçına kadar net bir İspanya hatırlamıyoruz, Almanya maçıyla “İspanya geldi” dedik. O maçta top göstermediler Almanya’ya ve öyle ortaya çıktı.

2006 Dünya Kupası’na İtalya çift forvet başladı. Toni, Gilardinho, Totti oynuyordu. ABD maçında Nesta sakatlandı. Avustralya maçında Materazzi atıldı, o maçla birlikte tek forvete döndüler. Almanya, Ukrayna maçlarıyla 4-4-1-1 gibi oynamaya başladılar. Turnuvada çok yol değiştiriyorsunuz, çözüm buluyorsunuz. 

Benim baştan sona izlediğim Dünya Kupa’larında Brezilya’nın kazandıkları hariç hemen hemen hepsinde kervan yolda düzülüyor zaten. Yıldız oyuncu tercihi yaparken de kumar oynuyor antrenörler ama o kumarı tutuyor her açıdan. Her şey değişse de oyun Maradona üzerine kurulu, o değişmiyor. Burada diziliş ve oyun mantığı değişebiliyor ama strateji aynı: Maradona’mız var ve onu rahat ettirmeliyiz.

Maradona’nın miti anlatılırken rakip defansların sertlik dozajından çok bahsedilir. Lakin bu Arjantin takımının savunma sisteminde bir numaralı faktörün sertlik ve topla alakası olmayan fauller olduğunu da görüyoruz. Sence günün sonunda sert faullerin etkisi Maradona ve Arjantin’in şampiyonluğunu pozitif mi yoksa negatif mi etkiledi? 

Benim için nötr bu durum. Dönemin futbolu öyle. Bir takım özelinde bir şey değil. Bugünkü cezalandırma sistemi ve oyun yapısından sonra bir anda oraya, özellikle de Maradona endeksli bakış açısıyla dönünce normal olarak diyorlar ki “Bu adama neler yapmışlar!” Ama Zico sakat giriyor Fransa maçına girer girmez basıyorlar adama. 

1982′ Dünya Kupası’nı açın Brezilya-İtalya maçını izleyin, Conti’yi Pasarella ve Tarantini öldürüyorlar. Ya da aynı kupada bir diğer efsane maç Federal Almanya–Fransa maçı da çok çok sert. 1990′ Arjantin takımı da öyle sertlik üzerine. Üç dört tane öyle oyuncu var her takımda. En son Doruk’la Parma-Juventus finalini izlerken içi acıdı “Bu nasıl sertlik?!” diye ama o dönem öyle. 

Maradona açısından bakınca diyorlar ya “O zaman sertliği unutmayın” cidden unutmayın, oyun ne hızlanıyor, ne bir şey oluyor. Ama sertlik Maradona’ya da yapılıyor, Arjantin de rakibin yıldızını buldu mu yapıyor. Affı yok kimsenin kimseye. Adam adama savunmalar var. Koca Matthaus’un sahaya çıkma görevi Maradona’yı savunmak.

‘’Tanrı’nın Eli’’ 1986 sonra birçok kez kendini futbola gösterdi. Genel olarak sevilmeyen bir figür diyebileceğimiz Luis Suarez bence etik açıdan sıkıntısız bir şekilde, genel olarak da sevilen bir figür diyebileceğimiz Thierry Henry de etik açıdan problemli bir şekilde eli ile avantaj sağladı. Sevgi ve etik açıdan farklı durumlarda olmalarına rağmen ‘’Tanrı’nın Eli’’ sebebiyle genel olarak eleştirilen iki figür var elimizde… Maradona’nın ‘’Tanrı’nın Eli’’ olayı sebebiyle İngiltere dışında genel olarak negatif anılmamasının sebebi sence ne?

O dönem öyle bir adam çıkıyor ortaya ve futbol ikonuna dönüşüyor. Bunu nadir görüyorsun. Ve bu adamı tanımlayan üç andan biri de bu. Bir de öbür tarafta biraz daha ezilmiş yani Bulgaristan’a atsa bu golü kızılırdı belki ama İngiltere’ye atınca biraz daha savu’nuluyor. 1978’deki kupaya abilerimiz ‘diktatörlük kupası’ der. Sonra 1986’da da ‘Ama Falkland Savaşı!’ diyorlar. Falkland Savaşı’nı da ekonomi kötüye gidince dikta yönetimi çıkarıyor, millet oyalansın diye orada da bir paradoks var. 

Ama orada sadece elle gol atma unutulmaz kılmıyor bence. İngiltere var, tamam hadi mutlu olacaklarsa bir Falkland güzellemesi de yapsınlar ama bence daha çok kariyerinde bir türlü istenilen seviyeye çıkamayan bir figürün nihayet bir deve karşı yükselmesine, iki dakika sonra o çılgın golü atmasıyla birlikte ortaya acayip bir hipnoz topu çıkmasına şahit olmuş insanlar.

Ha, belki Maradona bugün sosyal medyada bu kadar doğruculuk olan bir dönemde atsa o da eleştirilirdi. Saydığın isimler arasında en sevmediğim Suarez ama orada kalınca savunma oyuncusu da yapardı. Kırmızısını da yedi, Asamoah Gyan atsaydı! Ama öbür tarafta Henry’nin de yaptığı Maradona’nın da yaptığı doğru değil benim bakış açıma göre. 

Ama işte senaryonun babası var. Falkland Savaşı, 1980’lerin başından itibaren yaşanan gerginlik. Ardiles’e bakıyorsun toplumdaki günlerini Falkland üzerinden anlatıyor bir süre sonra. 1982′ Dünya Kupası’nda Arjantin o şoku yaşıyor, “Avrupa’ya bir geldik gazeteleri açtık hikâye öyle bize diktanın anlattığı gibi değilmiş” diyorlar. Tüm bunların yanı sıra İngiltere-Arjantin 1966’dan beri acayip manası olan bir rekabete dönüşmüş. O rekabetin en zirve anına bunu koyuyorsun. Orada bir kahraman var. Hoşuna gidiyor insanların, olabilir. 

Bu arada şunu da ekleyelim, en önemlisi de bu; “O golü yemesek şampiyonduk” diyen İngiltere de maval okumasın.

Maradona gerçekten inanılmaz derecede keskinlikte driplingler yapıyor turnuva boyunca. Yanında oynayan ve sürekli verkaça girdiği oyunculara baktığımızda onların da dripling açısından hafife alınmayacak oyuncular olduklarını görüyoruz. Jorge Valdano ve Jorge Burruchaga’nın dripling özelliği açısından bu kadar iyi olması, denk gelme mi yoksa Arjantin futbolunun o dönem -tıpkı şu anda Messi, Di Maria ve Dybala’nın birbirlerine benzer özellikte olması gibi- oyuncu yetiştirme konusunda dikkat ettiği bir özellik mi?

Eski forvetler ceza alanında bekleyip gol atıyorlar gibi düşünülüyor. Ama Maradona’nın 1982’deki kötü gözükme sebeplerinden biri 9 numara olarak görülen Mario Kempes’in 10 numara oynaması aslında… Geri geliyor, top alıyor, top dağıtıyor. Paolo Rossi de mesela… Platini gollerini açın izleyin çoğunda Rossi’nin ver-kaç ya da pas yeteneklerini görürsünüz.

Adam eksiltme artık oyuncu özelliği oldu. Bülent Korkmaz söylemişti bize “Eskiden çalım atmak normal futbolcu özelliğiydi, şimdi büyük yıldız özelliği oldu.” diye. Şimdiki futbolda da özel yetenekler az olduğu için bunlar çok anormal karşılanıyor ama o zaman hücum oyuncusuysan bunları yapman normaldi… 

Bir de La Nuestra dedikleri oyun stili var. Ardiles’in mesela en önemli özelliklerinden biri topla dribbling yapmasıdır. Hoddle topu alır 92 metre nokta atış atar, Ardiles dribbling atar. Tottenham’da bu iki profilin birleşmesi güzellik yaratmıştır. Hücumcuların dribbling yapması Arjantin’de zaten oyun yapısı. Maradona’yı sevme nedenleri de o. 

Jonathan Wilson’ın Arjantin kitabında vardı, yıllar yıllar önce tanımlanan “Arjantin oyuncusu böyle olmalı” durumu. “O, tam da Maradona işte” derler, onun da özelliği dribblingci olması. Burruchaga da iyi dribblingci. Valdano 9 diyorsun o da dribbling yapıyor. Eskiden Klinsmann, Vialli, Ravanelli gibi çok farklı özellikleri olan forvetler vardı. Asıl şimdi forvetler çok belli kalıpların içine girdi.

Final maçında Arjantin tribünleri ‘’Perdon Bilardo’’ yazan bir pankart açıyorlar. Bu pankartın hikâyesi nedir?

Passarella orada büyük güç. Bilardo ile arası iyi değil. Bilardo’ya, genel olarak takıma güven yok. 1978’den sonra 1983 faciasından 1986’ya kadar giderken ki karmaşa yüzünden. Dünya Kupası’nı kazanan birçok antrenörde var. 1982’de de Berzotti var öyle. Hiçbir şey ummuyorlar sonra özür diliyorlar. Nedeni o.

Turnuvayı izlerken ve araştırırken 1986 Arjantin ve 2022 Arjantin arasında çeşitli paralellikler olduğunu fark ettim. Biri baskı, diğeri eleştiriler içerisinde turnuvaya geliyor, iki takımda bir yıldızın çevresine kurulmuş çok iyi bir yapıya sahip, finalin 2-0’dan 2-2’ye gelmesi ve bazı oyuncuların Messi ve Maradona için ölebileceklerini dile getirmesi… Sence hangi takımın hikâyesi daha etkileyici?

Bence farklı hikâye şurada: Biri “Artık bir an önce kazanmalı şu kupayı” diye izlendi. 2010’dan beri öyle izliyoruz herhalde Messi’yi, hadi 2014 diyelim. Diğerinde ortada öyle bir beklenti yok. Sürprizdi o. Belki bu Arjantin de bazı açılardan sürprizdir bazı insanlar için ama ben hem   turnuvadan önce, Socrates’te hem Bloomberg’de çıktığım yayınlarda da Cumhuriyet gazetesine verdiğim röportajda da söyledim, “Benim için favori Arjantin” dedim. Çünkü Messi’nin çevresinde su taşıyıcı adam çoktu, onu kabullenmiş adam çoktu. 1986’yla en büyük paralellik o bana kalırsa. 

Onun dışında hikâyesini yazmak istesem 1986’yı da yazmak isterim. Daha çok bilinmezlik var orada. Buradaki birçok oyuncuyu şartlar gereği de biliyoruz. Buradaki yıldızın bir an önce kazanması gerektiğini biliyorduk. Kaç kupadır o turnuvanın en büyük oyuncusu tartışmasız Messi’ydi. 2010’da en iyi takım İspanya’ydı da hangi İspanyol’u Messi’nin üzerine koyardık? 2014’te hangi Alman’ı koyardık? 2018’de Fransa kazanırken Mbappe’yi Messi’nin üzerine koyamazdık.

Ama Maradona 1986’ya gittiğinden en büyük oyuncu değildi. O yüzden oradaki hikâye benim açımdan daha iyi yazılır. Öyle bir yıldızlık gösterememiş, diğer manyağın 15 yıldır bize yaşatmadığı kalmamıştı.

Sana ‘’Sinyor’un 11’i’’ sorusu sormadan olmaz. Maradona’nın takım arkadaşları ve teknik direktörlüğünü yaptığı oyuncular arasından favori 11’in nasıl olur?

Passarella ile sorunlu, almayalım, karışmasın ortalık…

on dört numara’nın Maradona sayısını okumaya Sayı #8: Maradona‘dan devam edebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir