Alan Shearer bir hayalperestti. Hayalleri için birçok reddedilemeyecek teklifi reddetti. Hayalperestliği onu İngiltere futbolunun en özel figürlerinden biri yaptı.
Trabzon veya Eskişehir gibi köklü şehir takımlarına sahip illerden birinde doğmamışsanız ya da aileniz oralardan göç etmemişse ortalama bir Türk futbolsever olarak Alan Shearer ile empati yapmanız o kadar kolay olmayacaktır. Kupaları ve daha çok parayı bir kenara iterek kendi şehrinin efsanesi olma tercihi birçoğumuza göre korkunç bir kariyer planlamasına örnek. Shearer; küçükken beraber terlediği, aynı hayali paylaştığı çocukların kahramanı olmayı tercih etti.
Hikâyenin en başında yine Newcastle var. Doğup büyüdüğü şehirde Southamptonlı gözlemcilerin dikkatini çeken genç yetenek ilk transferini de oraya gerçekleştiriyor. Alt yaş takımlarında geçen iki sezonun ardından kendini kanıtlayıp A takıma yükselen Shearer, 17 yaşında Arsenal’e karşı attığı üç golle İngiltere’de en üst klasmanda hat-trick yapan en genç oyuncu oldu. İlerleyen sezonlarda İngiltere U-21 milli takımı ile gösterdiği performansla dikkat çekmeyi başaran Shearer, ilk seçimi ile baş başa kaldı. Masada yine Manchester United varken İngiltere transfer rekorunu kırıp Blackburn Rovers’a gitmeyi tercih eden futbolcu, burada yaşayacağı günleri belki de kendisi bile tahmin edemezdi. Manchester United ise o transfer sezonunun sonuna doğru kadrosunu Eric Cantona ile güçlendirdi. Doksanlı yıllarda Premier Lig’e damgasını vuran iki isim de aynı transfer sezonunda yeni takımlarına katılmış oldular.
En iyi oyunculardan oluşan takım biz değildik…
Blackburn’de geçirdiği dört sezonda iki kez gol kralı olan oyuncu, 1994/95 sezonunda bir de şampiyonluk yaşadı. Bu şampiyonluk muhtemelen Leicester’ın yaşadığı şampiyonluğa kadar Premier Lig’in gördüğü en sürpriz şampiyonluktu. Doksanlı yıllarda Manchester United’ın dominasyonunu bozan üç kulüpten biri Blackburn Rovers olmuştu. Sir Kenny Dalglish’in oyuncuları gerçek bir peri hikayesine imza atmışlardı. O sezon, takımın attığı toplam seksen golün otuz dördünde Shearer’ın ismi vardı. Shearer, menajeri Kenny ve kazandıkları şampiyonluk hakkında şöyle konuşuyordu: “Dalglish fantastik bir menajerdi. En iyi oyunculardan oluşan takım biz değildik ama çok çalıştık. Kolay olmadı, çok çalıştık ve Kenny’nin oluşturduğu mükemmel takım ruhuyla başardık.”
Gol krallıkları, 100 gole en hızlı ulaşan isim, üst üste üç sezon 30 golden fazlasını atmak… Tüm bu başarıların ardından şampiyonluğun ertesi yılı Blackburn’e veda vakti gelmişti. 1996 yazı karar yazıydı.
Tercih
Üniversite sınavının ardından gelen tercih günlerini hatırlarsınız. Pek çoğumuz en azından bir kez şu sözü işitmiştir: “Tercih dönemi, sınav döneminden daha zor.” Euro 96’nın ardından bu zorlukta bir tercih bekliyordu Shearer’ı. Turnuvanın altın ayakkabı sahibi, yeni yuvasını seçecekti. Düşünün, bir yanda ülkenin en iyi takımı ve dünya devleri var diğer tarafta ise çocukluk hayaliniz. Daha önce Shearer’ı bir kez elinden kaçıran Sir Alex Ferguson’ın bu sefer aynı hataya düşmeye niyeti yoktu. Çünkü rakip takımda Shearer’ın varlığı onlar için büyük bir tehditti. Bu transferle birlikte hem rakiplerini güçlendirmeyecek hem de kendi kadrosuna mükemmel bir ekleme yapacaktı. Nihayetinde Alan, sokaklarında top oynayarak büyüdüğü şehrin takımını tercih etti. Ya da onların deyimiyle “boyhood dream”ini gerçekleştirdi. Tabii Newcastle United, o zamanlar ligin en yarışmacı takımlarındandı ama bu tercihi yapmak yine de son derece zor ve duygusaldı.
Ekşi sözlükte bir yazar Shearer’ı “yeşil cennetin son romantiklerinden” diye tanımlamış. Keşke bunu daha önce ben düşünseydim dedim ki “entry”nin yazılma tarihi gözüme takıldı. 2008 yılında atılan bu entry beni çocukluğuma götürdü. 8 yaşımdayken pek tabii böyle güzel bir tanımlama yapamazdım. O yıllarda amcamla oyun konsolumda futbol oyunları oynamakla meşguldüm. Sonrasında FIFA serisinden oynadığım ilk oyunun FIFA 05 olduğu aklıma geldi. Oyunun yeni serisini satın almak o yaşlarımda zor olduğu için bu oyunu yıllarca oynadım. Muhtemelen Alan Shearer’la ilk kez tanıştığım yer de bu oyundu. Tek elini havaya kaldırarak yaptığı ikonik gol sevinci de oyunda yer alıyordu. Bu yazı için araştırma yaparken öğrendim ki aslında Shearer bu sevincinde Kevin Keegan’dan etkilenmiş. Yine aynı isim, Shearer Newcastle’a transfer olurken takımın başındaydı ve golcünün orayı tercih etmesinin sebeplerinden biriydi.
O’na Eric Cantona’nın geldiğinden beri penaltı kaçırmadığını ama kaçırırsa muhtemelen o zaman değişiklik yapacağımı söyledim.

Yıllar sonra öğrendik ki Alan Shearer’ın o dönem Manchester United’a transferi çok yakınmış. İngiliz oyuncu, Sir ile penaltı pazarlığı dahi yapmış. Üstelik, 9 numaradan başka bir numara giymeyeceğini de iletmiş. Ferguson ise Cantona’nın takıma katıldığından beri penaltı kaçırmadığını ve o kaçırmadan penaltıcısını değiştirmeyeceği cevabını vermiş. Bu pazarlıklar devam ederken Shearer telefonlara çıkmamaya başlamış ve sonrasında bonservisiyle dünya rekorunu kırarak Newcastle’a imzayı atmış.
O yıllarda Manchester’ın en büyük “star”ı Ferguson’dı. Kim bilir belki de Shearer’ın Newcastle’ı tercih etme sebeplerinden birisi kendi yıldızından daha parlağını istememesidir.
Newcastle kariyerinde gollerini sıralamaya devam eden İngiliz golcü, transferinin ardından bir daha kupa kazanamadı. Manchester United ise kupa canavarlığına devam etti. Alan Shearer, transferinin ardından bir kez daha gol kralı oldu. Bugün hala attığı 260 golle Premier Lig tarihinin en golcü oyuncusu. Kariyerinin sonunda yaşadığı sakatlıktan ötürü kendi jübilesinde bile oynayamadı. Newcastle’a transferinin ardından kulüp kariyerinde başarıyı yakalayamamasına rağmen bugünden geçmişe baktığımızda Ada tarihinin en iyi golcüsü halen o. Yaptıklarıyla, kırdığı rekorlarla unutulması çok da kolay gözükmüyor. Oyuncu, o günkü tercihinden dolayı asla pişman olmadığını her fırsatta dile getiriyor.
Size gelseydim çok daha fazla Avrupa Kupası kazanırdınız.
Bugünlerde aldığım hediye üzerine Adam Phillips’in “Kaçırdıklarımız” adlı kitabını okuyorum. Yazarın kitabın bir bölümünde şöyle bir varsayımı var: “bazen- belki de çoğunlukla- deneyimlediklerimizden ziyade deneyimlemediklerimiz hakkında daha fazla şey bildiğimizi düşünürüz.” İnsanlar yıllar boyunca Shearer’ın Manchester’a transferi gerçekleşseydi ne olurdu diye emin emin çokça konuştu. Ben deneyimlemediğimiz bu olay hakkında kendi fikrimi belirtmemeyi tercih ediyorum. Shearer ise bu konu hakkında şöyle söylüyor: “Bir gün bir ödül töreninde bana ödülümü veren kişi Alex Ferguson’dı. Bana, “Bize gelseydin bu ödüllerden çok daha fazla kazanacaktın.” dedi. Ben de buna karşılık olarak ona, “Size gelseydim çok daha fazla Avrupa Kupası kazanırdınız.” dedim.”
On Dört Numara’nın Transfer sayısını okumaya Sayı #5: Transfer‘den devam edebilirsiniz.