Futbol çeşitli ritüelleri doğurur. Totem sahibi birçok taraftar, futbolcu ve antrenör mevcuttur. AC Milan ise bir ritüeli kurumsal kimlik haline getirmiş nadide kulüplerden.
Totemler ve ritüeller futbol ekosisteminin içinde hatırı sayılır bir yer kaplar. Bir maçı ya da bir organizasyonu kazanmak için oyuncular sahada, antrenörler saha kenarında mücadele verir. Tribündeki taraftar rakip üstünde baskı kurarak, ekran başındaki taraftar da elinden gelen tek şey olan totemle o sırada verilen mücadelenin başarıyla sonuçlanması için takımın bir parçası olur.
Uğurlu kıyafetlerle maçı seyretmek, ‘kesin kaybettik’ diyerek galibiyeti çağırmak, maçı izlemeyi bırakmak, gole ihtiyaç duyulan anlarda ayağa kalkmak ya da yanındakiyle yer değiştirmek… Taraftarlığın şanına yakışır başlıca totemler bunlar.
Maç kazanılsın diye çeşitli ritüel sahipleri yalnızca taraftarlar değil. Sahnede ter döken oyuncuların da çeşitli uğurları mevcut. Deplasman yolculuklarında otobüste hep aynı koltuklarda oturmak ve bir sonraki maça aynı çorap ve iç çamaşırı ile çıkmak en yaygın olan uğurlar. Lakin Gary Lineker’in maçtan önce ısınmaya çıkmaması, Wayne Rooney’nin maçtan önce Coco Pops yemesi, John Terry’nin hep aynı pisuvarı kullanması, Bobby Moore’un soyunma odasında şortunu giyen son kişi ve odadan en son çıkan isim olmaya dikkat etmesi, Paul Gascoigne’in, Les Ferdinand’ın penisini avuçları arasına almadan maça çıkmaması ya da Laurent Blanc’ın 1998 Dünya Kupası boyunca kaleci Fabien Barthez’in kel kafasını öpmesi gibi nevi şahsına münhasır oyuncu ritüelleri de mevcut.
Futbolcularla aynı anda soyunma odasında bulunan antrenörlerin bazılarının da çeşitli batıl inançları mevcut. Luis Aragones sarı rengin uğursuz olduğuna inanırdı. Giovanni Trapattoni, 2002 Dünya Kupası gurup aşamasında Meksika’ya karşı 1-0 gerideyken rahibe kardeşinin ona verdiği bir şişe kutsal suyu sahaya dökmesi sayesinde beraberliği sağladığını ve İtalya’nın guruptan çıkışının bu sayede olduğunu düşünüyor. 2006 Dünya Kupası’nda Fransa’yı çalıştıran Raymond Domenech’in astrolojiye inandığı ve akrep burçlarından çok haz etmediği söylenir. Robert Pires’in kadroya alınmama sebebi de 29 Ekim doğumlu bir akrep burcu mensubu olmasına yorulur.
Taraftarlardan başlayıp futbolcuları ziyaret ettiğimiz ve nihayetinde antrenörlere ulaştığımız bu futbol-totem-ritüel zincirine dahil olan kulüpler de mevcut. Milan, kökeni 1962/63 sezonuna ulaşan bir totemi kurumsal kimlik haline getirmiş durumda. Rossoneri, 60 yıldır beyaz renkli formanın uğurlu olduğuna inanıyor.
Garry Lineker’in maçtan önce ısınmaya çıkmaması, Wayne Rooney’nin maçtan önce Coco Pops yemesi ya da Laurent Blanc’ın 1998 Dünya Kupası boyunca Fabien Barthez’in kel kafasını öpmesi gibi nevi şahsına münhasır oyuncu ritüelleri de mevcut.
Beyaz Giydik Ve Kazandık
28 Mayıs 1958 tarihinde Heysel Stadyumu Şampiyon Kulüpler Kupası finaline ev sahipliği yaptı. Kupayı müzesine götürmek için, oynanmaya başladığı 1955/56 sezonundan beri tüm turnuvaları kazanan Paco Gento’lu, Raymond Kopa’lı, Alfredo di Stefano’lu Real Madrid’in karşısına dikilen Cesare Maldini’li, Gre-No-Li’den kalan son parça Nils Liedholm’lü Milan, sahaya 1899 yılından beri giydiği kırmızı-siyah çubuklusuyla çıktı. Dev finalde İspanyol ekibin baştan aşağı beyaz giyiyor olması sebebiyle kullanılacak forma renkleri konusunda herhangi bir problem çıkmadı.
Milan’ın iki kere öne geçtiği maçı kazanmayı başaran Real Madrid, üst üste üçüncü finalinden de mutlu ayrıldı. İspanyollar, Milan finalinden sonra kazanmaya devam ettiler ve seriyi beş şampiyonluğa kadar getirdiler. Barcelona’ya elenerek veda ettikleri altıncı sezonu şampiyon tamamlayan Benfica oldu. 1960/61 sezonunda finalde Barcelona’yı yenen Benfica, bir sonraki sezon da Real Madrid’i geride bırakarak Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kazanmayı başardı. 1962/63 sezonunda da son aşamaya kadar gelmeyin başaran Portekiz ekibi, tıpkı Real Madrid gibi üst üste üçüncü finaline Milan karşısında çıktı.
Madrid’in aksine Benfica’nın forması Milan’ın kırmızı-siyah çubuklusuyla uyumlu değildi. Maça Benfica birinci forması olan kırmızıyla Milan ise kırmızı-siyah çubuklunun alternatifi olan beyaz formayla çıktı. Eusebio’nun ilk yarıda attığı golle öne geçen Benfica’yı ikinci yarıda bulduğu gollerle 2-1 yenmeyi başaran İtalyanlar, bu kez geriden gelip kazanan taraftı.
Milan’ın oynadığı iki finalde de benzer senaryolar gerçekleşti. Geri düşen takımlar, bir şekilde geri dönmeyi ve kulüpler seviyesinin kıtadaki en büyük kupasını müzesine götürmeyi başardı. Eş senaryolara sahip beş yıl arayla oynanan bu iki final, Milano kentinin kırmızı yakasında bir inanış doğurdu. Beyaz formanın uğurlu olduğu.
Kurumsal Kimlik
Uğurlu olduğu inancının oturmasının ardından uzun süre Kupa 1’de finallere beyaz formayla çıkılmadı. 1968/69 sezonunda yeni yeni emeklemeye başlamış Johan Cruyff’lu Ajax’ı, Nereo Rocco’nun katenaçyosuyla 4-1 yenen Milan, sahaya kırmızı-siyah formayla çıkmıştı. Beyaz formanın finallerdeki dönüşü Ajax karşılaşmasından yirmi yıl sonra Steaua Bükreş’e karşı gerçekleşti. Arrigo Sacchi’nin öğrencileri 4-0’lık rahat bir galibiyet aldılar ve beyazın uğurunu bir kez daha gösterdiler. Bir sonraki sezon Milan’ın rakibi eski dost Benfica’ydı. Beyaz forma bir kez daha kırmızı formayı yendi.
Şampiyon Kulüpler Kupası’nın tarihe karışıp yerini Şampiyonlar Ligi’nin aldığı sezonda finalde Marsilya’ya karşı kırmızı-siyah formayla çıkmak zorunda kalan Milan, 1-0 kaybetti. Bu sonucun ardından artık İtalya’nın kuzeyi için finale beyaz formayla çıkmak, o aşamaya gelmek kadar önemliydi.
Marsilya mağlubiyetinden bir sene sonra yine final oynayan Milan, dönemin süper gücü Cruyff’un Barcelona’sı ile karşılaştı. Kaptan Franco Baresi ve Alessandro Costacurta’nın cezalı olduğu maçta Barcelona ağır favori olarak gösteriliyordu. Maçtan önce Cruyff’a Milan sorulduğunda Sarı Fare’nin cevabı “Milan’da özel bir şey yok, kaybetmemiz imkansız.” oldu. Ancak İtalyan ekibinde Hollandalı futbol insanının söyleminin aksine özel bir şeyler mevcuttu: 11 adet beyaz forma. Maçı sürklase eden taraf beklenmedik şekilde Çizme ekibiydi. Kim bilir, belki de Milan taraftarı takımlarının sırtında beyaz formayla sahaya çıktığını görünce 4-0’lık sansasyonel galibiyetin geleceğini anlamıştı.
Milan’da özel bir şey yok, kaybetmemiz imkansız.
Beyazın İlk Lekesi
Her totemin bir son kullanma tarihi vardır. Gün gelir berabere devam eden bir maçta yer değiştirseniz bile takımınız gol atamaz. Gün gelir uğurlu kıyafetinizle takip ettiğiniz bir karşılaşmayı kaybedersiniz. Milan’ın beyaz forma ritüelinin bozulduğu karşılaşma 1994/95 Şampiyonlar Ligi finali oldu. Rakip Louis van Gaal’in genç Ajax’ıydı. İki takımın da deplasman formasıyla çıktığı maçta gülen taraf 85. dakikada Patrick Kluivert’ın golüyle Ajax oldu. Bu mağlubiyet beyaz formanın finallerde aldığı ilk mağlubiyetti.
1988/89 sezonunda Steau Bükreş’i yenerek kazanılan Kupa 1’den beri kıtanın en önde gelen takımlarından biri olan Milan için bu mağlubiyet bir milat oldu. 1980’lerin sonu ve 1990’ların ilk yarısında sürekli faktör olan Rossoneri, ancak milenyum sonrasında tekrardan kıtanın zirvesine oynayabilecekti.
Rekabet, Hezimet Ve Kefaret
Franco Baresi, Ruud Gullit, Marco van Basten, Carlo Ancelotti, Roberto Donadoni, Zvonimir Boban gibi oyuncuların iskeletini oluşturduğu kadroyla 1990’ları başarılı geçiren Milan 1994/95 sezonundaki finalin ardından ufak ufak kadro revizyonuna gitti. 2000’lerin başında birkaç bayrak adam dışında tamamen değişen kadronun iskeletinde Alessandro Nesta, Rino Gattuso, Andrea Pirlo, Cafu gibi yeni yıldızlar vardı.
Bu yeni Milan’ın ilk Şampiyonlar Ligi finali 2002/03 sezonunda Juventus’a karşıydı. İtalya’nın en büyük kulübü ile gezegenin en büyük İtalyan kulübünün karşılaştığı sıkıcı maçta kazanan penaltılar sonucunda Milan oldu. Juventus yerel başarılarıyla ön plana çıkarken Milan’ın kıta turnuvalarında dominant olması maçın sonucunu doğal kılıyordu. Kulüp genlerinde avantajlı olan taraf Milan’dı. Beyaz formanın Ajax mağlubiyetinden sonra yeniden “final” sahalarına dönüşü de bu şekilde oldu.
2004/05 sezonunda Milan yeniden finaldeydi ve rakip kendisinden kat kat güçsüz Liverpool’du. Tıpkı Benfica finallerinde olduğu gibi Milan’ın beyazıyla Liverpool’un kırmızısı aynı anda sahaya çıkmak için çok uygundu.
Maça Paolo Maldini’nin birinci dakikadaki golüyle 1-0 önde başlayan Milan, ilk yarı bittiğinde skoru 3-0’a getirmişti. İkinci yarı başladığında tribünlerdeki İtalyanlar zafer sarhoşu İngilizlerse umutsuzdu. 50. ve 60. dakikalar arasında Liverpool’un oyunu on dakikalığına domine etmesiyle skor 3-3’e geldi. Penaltılara giden maçta 10 dakika hariç baskın oynayan taraf Milan’dı. Lakin penaltılar sonucunda kazanan Liverpool oldu. Bu, Milan için Ajax mağlubiyetinden kat kat ağır bir travma olmuştu. Öyle ki kaptan Maldini maçtan sonra futbolu bırakmayı bile düşünmüştü.
Bu Milan için Ajax mağlubiyetinden kat kat ağır bir travma olmuştu. Öyleki kaptan Maldini maçtan sonra futbolu bırakmayı bile düşünmüştü.
Kader ağlarını ördü, iki takım iki yıl sonra yine finale kalmayı başardı. İstanbul’un rövanşının Atina’da olması da kaderin cilvelerinden biriydi.
Final maçında forma seçme hakkı Milan’a çıktı. 2005 travmasının ardından Milan yine ”uğurlu” saydığı beyaz formayı bir kenara bırakıp klasik kırmızı-siyah formasıyla sahaya çıkabilirdi. Üstelik forma rengi konusunda batıl inanca sahip olan Milan’ın beyazdan dönmesi için bir batıl gerekçe daha vardı. Liverpool’un sonuncusu 2005’te olan Kupa 1 zaferlerinin hepsinde rakip takım beyaz giyerken İngiliz ekibi kırmızı formayla sahaya çıkmıştı. Milan’ın gözü korkmadı ve yine beyaz formayla sahaya çıktı. Bu karar taraftar forumlarında da şiddetli bir şekilde eleştirildi. Tribünün gözünde forma artık uğursuz olmuştu.
İlki kadar aksiyon barındırmayan maçı Milan 2-1’le kazandı. Maç sonunda oyuncuların üstünden ciddi bir mental yük kalmıştı. Maldini bu final için ”Her şeyimizi kaybedebilirdik. Liverpool’a tekrardan kaybetmek kapanması zor bir yara açacaktı.” dedi.
Milan bugüne kadar on bir tane Kupa 1 finaline çıktı ve bu finallerin yedisini kazandı. Kazandığı yedi finalin altısında beyaz forma birinde kırmızı-siyah çubuklu giyiyordu. Kaybettiği dört finalde isi bu oran ikiye iki şeklindeydi. Yani aslında bütün totemler gibi sahaya çıkılan formanın renginin de bir önemi yoktu, Milan sadece olduğuna inanıyordu. Öyle veya böyle bu inanç, az önce de vurgulandığı üzere onları gezegenin en büyük İtalyan kulübü yapmaya yetti.
On Dört Numara’nın Forma sayısını okumaya Sayı #3: Forma‘dan devam edebilirsiniz.