Barcelona Ve Bilbao: Kültür Ve Kader

Barcelona ve Athletic Bilbao yalnızca birer spor kulübü değil, bulundukları bölgeleri temsil eden birer dayanışma örgütü. Örgütün simgelerine sponsor kanı değdi.

Biri 1898, diğeri 1899’da kuruldu. Athletic Club ve Barcelona. Kuruldukları gün taşıdıkları değerleri, günümüz dünyasında yansıtabilecekleri arkaya bakıldığında ve atlatılan badireler düşünüldüğünde belki de kimsenin aklına gelmezdi. 

Öyle ya, 19. yüzyılın sonlarını düşününce 20. yüzyılın ilk yarısında olacaklar belki de fırtına öncesi sessizlikti. Biri Bask milliyetçisi diğeri de Katalan milliyetçisi olarak nam salacak ve kültürel açıdan köklerine 21. yüzyılın ilk çeyreği sonuna dek belli oranda bağlı kalacak bu ikilinin temsil ettikleri, koca bir kıtanın korkulu rüyası olacak kavramlardan ileri gelecekti.

Silahlanma yarışının temellendirdiği 1. Dünya Savaşı’nın ardından 1930’lar itibarıyla bilhassa Almanya ve İtalya’da başlayan aşırı milliyetçi hareket hızla yayılım gösterdi. 1939’da başlayan 2. Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyen bu hareket geri dönülmez korkunç sonuçlara yol açtı. Milyonlarca insanın canına mal olan savaş sonunda kıta ve kıta aşırı güvenlik ve ekonomi gibi kavramları ön plana taşıyan çeşitli organizasyonlar meydana getirildi. Soğuk Savaş süresince iki süper güç ABD ve Sovyetler çeşitli nedenlerden ötürü defalarca karşı karşıya geldiler. Hiçbir zaman sıcak savaş boyutuna geçmeyen bu sürtüşmeler, Berlin Duvarı’nın yıkılması, Soğuk Savaş’ın bitmesi ve nihayetinde Sovyetlerin dağılmasıyla son buldu. 

Avrupa’nın ekonomik süper gücü Avrupa Birliği, transatlantik ilişkilerin odağı Britanya ve Çin’in zamanla takip edip yakalayacağı mutlak güç ABD olacaktı. Milliyetçilik kavramı, her ülkede belli başlı örgüt, parti ve grupların tesirli söylemleri ışığında aydınlanmaya devam etse de evrenselleşme güneşinin gölgesinde barınmaya mahkûm kalacaktı. Nasyonalizm gömleğinin düğmeleri gevşeyecek yerini kapitalizm kumaşının rahat kazağı alacaktı. 

Futbol Dönüşüyor

Dünya üzerindeki bu dönüşüm kaçınılmaz olarak dünya üzerinden en çok izlenen ve sevilen spor olan futbola da yansıyacaktı. Avrupa’da Bosman Kanunları, 1990’ların en büyük futbol devrimlerinden biri olarak tarihe geçti. Futbolcuların bonservis bedelleri her geçen gün artıyordu. Reklamlar, markalar ve sponsorlar, en çok izlenen sporu kullanıp müşteri çekmek isteyen milyarderler… Yeşil saha, artık onlar için vazgeçilmezdi. Üreticiler Nike, Adidas ve diğerleri önde gelen kulüplerin formalarını fabrikalarına kazandırmak için yarışır hale gelmişlerdi. 

Televizyon, 21. yüzyılda dünyanın dört bir yanında her eve girecek kadar yaygınlaşmıştı. Bu yayılımın etkisiyle futbolda “yayın geliri” kavramı ve bunun getirisi aldı başını gitti. Merchandising yani kulüp ürünü satışları her bir yanda yaygın hale geldi. Bir takıma gönül verenler, o takımın formasını almak için her sezon başını beklemeye başladı. Her sezon başında yepyeni tasarımlar beğeniye sunuluyordu. İş bu kadar büyümüşken büyük markaların bunu birer fırsat olarak görüp milyon dolarlar karşılığı isimlerini o formaların göğüslerine yani en görünür yerine yazdırması kaçınılmazdı. Hatta zamanla göğüsten öte sırta, şorta ve kollara dahi reklam anlaşmaları kapsamında çeşitli markaların isimleri yazılacak ve bu anlaşmalar sonucu kâğıtta yazan paralar, kulüplerin en büyük gelir kalemlerinden biri haline gelecekti. 

İş bu kadar büyümüşken büyük markaların bunu birer fırsat olarak görüp milyon dolarlar karşılığı isimlerini o formaların göğüslerine yani en görünür yerine yazdırması kaçınılmazdı.

Özdeş Sponsorlar

İşte bu düzende 21. yüzyıl futbolu kendi içinde tasarım oluyordu. Kimi değerlerine bağlı kimseler yapılan reklamlardan ve dönen paradan rahatsızdı. Kimi futbol aşıkları ise formadaki reklamın cinsine, markanın kimliğine bakmaksızın arma aşkıyla yanıp tutuşuyor ve takımına para kazandırma hevesiyle her sene gardrop tazeliyordu. Parma-Parmalat, Inter-Pirelli, Manchester United-Sharp, PSV-Philips gibi iş birlikleri ve ikililer Avrupa’nın öne çıkan ve ayrılmaz görünen ikilileri olarak akıllara kazınıyordu. Kimi kulüp adeta “Parayı veren düdüğü çalar.” deyip anlaşma bittiği noktada daha fazla ücret ödeyen farklı bir markayla anlaşma yoluna gidiyordu. Başta telekomünikasyon şirketleri olmak üzere ülkemizde de forma sponsorlukları 1990’ların sonu ve 2000’lerin başıyla beraber yaygın hale gelmeye başlamıştı. 

Ancak bu yaygın gelir elde etme stratejisini uygulamayan ve değerlerine bağlı kalmayı seçen kulüpler de yok değildi. Aynı ülkenin iki farklı bölgesinin milliyetçi değerleri ön plana koyan iki temsilcisi Athletic Club ve Barcelona, 2000’lerin ikinci yarısına kadar formalarını sponsorlardan korudu. Göğsünde koca bir boşluk ve her sene farklı tasarımla taraftarlarının karşısına çıkan ve özellikle yerel hayranlarının bu hareketle beraber beğenisini toplayan bu iki büyük kulüp, ekonomik gerçeklere boyun eğmek durumunda kalacaktı.

Kalıbına Uydur 

İlk pes eden taraf Athletic oldu. La Liga’yı 8 ve Kral Kupası’nı 24 kez müzesine götüren, İspanya’nın Bask bölgesinin ekibi etnik değerlerine sıkı sıkı bağlı bir yapıya sahip. Eskiden sadece Bask bölgesinden çıkan oyuncuları kadrosunda bulunduran Bilbao, son dönemde bu kuralı biraz daha esnetti ve kökenleri Bask bölgesine dayanan oyuncuları da kadrosuna dahil etmeye başladı. Ülkemizde hep Altınordu ile özdeşleştirilen takımın çok daha zor bir iş yaptığını söylemek mümkün. Zira onlar sadece Türkleri oynatan Altınordu gibi değiller. Sadece İspanyolları değil, sadece Baskları oynatıyorlar. 

Söz konusu tutuculukları hala devam etse de bir noktada tutuculuklarını bırakmak durumunda kaldıkları nokta formaya sponsor alma hususu. Öyle ki takım 2008 yılında, 2014’e kadar sürecek olan anlaşmayla beraber formasının göğsünü Petronor isimli petrokimya markasına verdi. Athletic, değerlerine olan sadakatinin devamını, Bask merkezli bir şirketle anlaşarak gösterdi belki ancak taraftarların bir kısmı bu anlaşmadan memnun kalmadı. Athletic, 2014’ten sonraysa yine Bask merkezli banka Kutxabank’la anlaştı. 2018/19 sezonunda kalecilerin önünde yer alan Euskaltel ismiyse Bask bölgesinde kurulan telekomünikasyon şirketinin adıydı. Athletic her ne kadar günün şartlarına uyum sağlamaya çalışırken bölgesel değerlerine de sahip çıkma stratejisiyle anlaşmalarını yapsa da az önce de belirttiğim gibi bazı gruplar bunu samimiyetsiz buldu. Hala ve halihazırda Bask bölgesinin yılmaz savunucuları sözde kalmış olsa da milliyetçilik damarlarını sergilemeye devam ediyorlar. 

Keskin Dönüşler

Ancak Katalan devi Barcelona, söz konusu geçişi milliyetçi damarları sergileyecek şekilde değil daha keskin şekilde yaptı. 2006’ya kadar göğsünde herhangi bir markanın ismini taşımayan kulüp, senelik 1,5 milyon euro’luk yardımın yanı sıra UNICEF’in (Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu) logosunu göğsünde taşımaya başladı. Ancak Aralık 2010’da yeni anlaşmanın duyurulmasıyla beraber 111 senelik bir sayfa kapanıyordu. 

Maddi koşullar ve yeni dünya düzeni, 2022 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak Katar’ın kontrolündeki Qatar Foundation’ı milli değerlerine ve kulüp ideallerine bağlı Barcelona’yla yan yana getirdi. Anlaşmayla beraber UNICEF ismi formanın arkasına atıldı. 5 senelik sözleşme sonucu Barcelona rekor kıracak ve bu beş sene için tam 150 milyon euro kazanacaktı. Elbette kulübün kasasına girecek olan para, değerlerini taşıdığı ve göğsünü gere gere sokakta anlattığı takımının politikasının değişmesinden rahatsızlık duyan taraftarı ilgilendirmiyordu. 

Kulüp efsanesi Johan Cruyff, anlaşmanın ardından El Periodico de Catalunya’ya verdiği demeçte “Bütçemizin yaklaşık yüzde 6’lık bir kısmı için eşsiz duruşumuzu kaybettik. Şu an giderlerimizin gelirlerimizden fazla olduğunu anlıyorum. Ancak formamızı satarak yaratıcı olmadığımızı ve kaba olduğumuzu düşünüyorum.” diyerek yapılan sözleşmeyi eleştirecekti. Öyle ya Cruyff’un Barcelona’sı 1992 Şampiyon Kulüpler Kupası finaline Sampdoria’ya karşı klasik çubuklu turuncu formayla çıkacaktı. Bunun da nedeni o dönem söz konusu formayı adeta bir Katalan bayrağı gibi görmeleriydi. Bu maç Barça’nın şimdiki ismi Şampiyonlar Ligi olan Avrupa futbolunun kulüpler düzeyindeki en üst seviyesinde şampiyonluğa uzandığı ilk karşılaşma olma özelliğini taşıyacaktı.

Cruyff dışında direkt olarak İsrail’den tepkiler yükselecek, anti-semitik ve anti-batı tarzda söylemleri bulunan Qatar Foundation lideri Yusuf Al-Qaradawi’yle bir nevi iş birliği içinde bulunan Barcelona’nın bu birlikteliği sonlandırması istenecekti. Ancak Barça, bu anlaşmadan geri adım atmayacak, 2013 itibarıyla Qatar Airways olarak devam edecek sponsorluk 2016’ya kadar sürecekti. 

Şu an giderlerimizin gelirlerimizden fazla olduğunu anlıyorum. Ancak formamızı satarak yaratıcı olmadığımızı ve kaba olduğumuzu görüyorum.

Forma Yetmez

Katar’la yapılan anlaşma sonrası yeni anlaşmalar da bunu izleyecekti. Barça, kolunda Beko markasının logosuyla maçlara çıkacaktı. 2016’dan itibaren formanın göğsü Japonya merkezli elektronik ticaret şirketi Rakuten’e emanet edilecekti. Bir beş senelik anlaşmanın daha sonunda Barcelona, bir ilke daha imza atarak stadyumunun da ismine sponsor alacaktı. Bu kez talipli İsveç merkezli ünlü çevrimiçi müzik paylaşım platformu Spotify’dı. Barça, Spotify Camp Nou Stadyumu’na üzerinde Spotify logosu olan formalarıyla çıkacaktı. 

İşin özü anlayıştan veya değerlere bağlı kalmaktan çok zamanın akışına uyum sağlamaktan geçiyordu. Barcelona da Athletic Bilbao da üstlerine giydikleri ve özerkliklerini kendi içine yaşayan bölgeleri simgeleyen formaların üstüne, o kültürle alakalı ya da alakasız maddi kazanım amaçlı kurum ve kuruluşların ismini yazmaya başladı. Dünya futbolunun gerçekleri ve kapitalizm kazağının üstünü örttüğü milliyetçilik gömleği, söz konusu kazağa uyum sağlamış ve sadece yakaları görünen bir kumaş parçasından ibaret. Değerler ve kültür ise taraftarların kalbinde yaşatmaya çalıştığı kavramlar silsilesi onlar için. 

On Dört Numara’nın Forma sayısını okumaya Sayı #3: Forma‘dan devam edebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir