Atletico Madrid: Çirkinin Hikayesi

La Liga‘da sürekli iyiler ve kötüler şampiyon oluyordu, ta ki Diego Simeone ve onun Atletico Madrid‘i işleri çirkinleştirinceye kadar.

”Kimi takip edeceğimize dair sırf bu kadar kısa tasvirler -bir de kahramanımızın amacına ulaşmasına engel olmaya çalışan bir kötü adam- verdiğinizde bile biz filmin neye benzediğini gösteren bir kare yakalamış oluyoruz. Böylece hikayeyi anlayabiliyoruz, hikayeyle ilgilenmeye başlıyoruz ve hikayeyi takip edebiliyoruz…”

Blake Snyder, senaryo yazmak için bilmeniz gereken püf noktaları anlattığı ”O Kediyi Kurtar” kitabında karakter yazmakla alakalı bölüme başlarken bu cümleleri kuruyor. Hikayeyi anlamak, hikayeyle ilgilenmek ve hikayeyi takip edebilmek için empati kurabileceğimiz ya da hayranlık duyacağımız bir kahramana, yani iyi adama ve onu engellemeye çalışan düşmana, yani kötü adama ihtiyacımızın olduğunu belirtiyor. Bu karakter kurgusuna klişe demek çok da yanlış sayılmaz. IMDB’yi açıp düşük, orta veya yüksek puanlı filmleri incelemeye kalkarsak bu karakter matematiği ile karşılaşma ihtimalimiz de doğal olarak çok yüksek. Lakin istisnalar da mevcut.

Yine IMDB’yi açıp en yüksek puanlı filmlerden zemine doğru bu kurguya uymayan bir yapım aramaya kalkarsak karşımıza çıkacak yapımlardan belki de ilki The Good, The Bad And The Ugly olacaktır. Spagetti Western‘in zirvesi diyebileceğimiz filmde yönetmen Sergio Leone, iyi (Blondie) ve kötü (Angel Eyes) karakteri basmakalıp kurgulayarak kahramanın yolculuğunu, yani hikayeyi çirkin (Tuco) üzerinden anlatmayı tercih etmiş.

Yönetmen Sergio Leone, iyi (Blondie) ve kötü (Angel Eyes) karakteri basmakalıp kurgulayarak kahramanın yolculuğunu, yani hikayeyi çirkin (Tuco) üzerinden anlatmayı tercih etmiş.

1966 yılında Almeria’nın yakınlarındaki Tabernas çölünde çekilen yapımdan 47 yıl sonraya, 2013’e geldiğimizde İspanya’da Blake Snyder’ın işaret ettiği gibi iyi ve kötü arasında geçen bir film dokuz sezondur vizyondaydı. Valencia’nın 2003/04 sezonunda kazandığı şampiyonluğun ardından La Liga tek düzeleşmişti. Zirve, oyunu sürekli pozitif oynamaya çalışan, 2009-2011 arasında sergilediği futbolla tarihin en iyi takımı olarak anılan Barcelona ve bütün kültürünü kazanmak üzerine kurmuş, oyunun bölüm sonu canavarı, futbolun kötü adamı Real Madrid arasında paylaşılıyordu.

İyi ve kötü halihazırda mevcuttu. Dokuz yıldır vizyonda olan bu yavanlaşmış filmi yeniden heyecanlı kılmak için Sergio Leone’nin yolundan gitmek gerekiyordu. 2011’de Atletico Madrid’in başına geçen Diego Simeone işleri tam anlamıyla çirkinleştirdi ve filmin başrollerinden biri oldu.

Bu Bir Yolculuk Filmi

23 Aralık 2011 tarihinde Vicente Calderon tribünleri ”El Cholo, El Cholo” tezahüratları ile inliyordu. Taraftarın bu coşkusunun sebebi futbolcuyken çok sevdikleri Simeone’nin kulübe teknik direktör olarak dönmesiydi.

”Diego, teknik yeteneği ve kulüp hakkındaki bilgisi sayesinde ideal bir teknik direktör. Taraftarların taleplerini biliyor ve bu kulübün her zaman zirvede olması gerektiğinin farkında”

Atletico Madrid sportif direktörü Jose Luis Perez Caminero takımın yeni teknik direktörünü duyururken bu cümleleri kurdu. 

Her ne kadar Quique Sanchez Flores döneminde bir Avrupa Ligi ve bir UEFA Süper Kupa şampiyonluğu yaşamış olsa da Atletico Madrid, uzun süredir zirveden uzaktaydı. Flores’ten önce müzeye giden son kupa -Luis Aragones’le kazanılan 2. lig şampiyonluğunu saymazsak- 1995/96 sezonunda elde edilen La Liga ve Copa del Rey şampiyonluklarıydı. Zafer dolu sezondan sonra transfere sürekli para harcayan Los Rojiblancos bir türlü elle tutulur bir başarı kazanamamış, ikinci lige dahi düşmüştü. 

Kulübün bir numaralı hedefi Şampiyonlar Ligi’nde düzenli olarak mücadele etmekti. Bu hedef doğrultusunda yüklü yatırım yapan ve teknik direktör harcayan kulüp 1992’den beri yalnızca üç kez devler arenasında bulunmuştu. Kupa 2’yi kaldırdıkları sezonun ardından ligi 7. bitirdiklerinde Flores’le yollar yine Şampiyonlar Ligi hasreti sebebiyle ayrılmıştı. 

Flores’le yaşanan ayrılığın ardından takımın başına geçen Gregorio Manzano yönetiminde bir türlü istikrar yakalanamadı. Sezon arasında Atletico Madrid 11. sırada bulunuyordu. Bir aylık boşluğu fırsat bilen yönetim takımın başına Diego Simeone’yi getirdi. 

Bu kulübe zafer getiren değerlere geri dönmemiz gerekiyor. Savaşçılardan oluşan bir takım olmalıyız. Agresif, güçlü, hızlı bir kontra atak takımı istiyorum. Atletico taraftarları sahada bunu görmek isterler.” Atletico Madrid teknik direktörü olarak yaptığı ilk basın toplantısında bu cümleleri kuran Simeone kısa sürede takımın üstündeki ölü toprağını attı. 

Birkaç maçın ardından istikrarlı bir 11 kurdu. Stoper tandeminin oturmasının ardından Atletico’ya gol atmak iyice zorlaşmıştı. Simeone’nin yönetiminde çıkılan ilk on maçta yalnızca beş gol yiyen Los Rojiblancos, yalnızca bir kez sahadan puansız ayrılmıştı. İyi sonuçların alındığı on maçlık fikstürün ardından inişli çıkışlı diyebileceğimiz bir form durumu yakalayan Atletico, ligin bitmesine beş maç kala yeniden toparlandı ve sezonu Malaga’nın iki puan arkasında 5. tamamladı. 

Atletico Madrid, Simeone takımı devraldığında küme düşme hattına, ana hedef olan Avrupa biletinden daha yakındı. Takımı sezon sonunda Şampiyonlar Ligi ön elemelerinden yalnızca iki puan uzaklığa taşıyan Simeone, şüphesiz çok başarılı bir yarım sezonu geride bırakmıştı.

En büyük başarı ise Uefa Avrupa Ligi’nde geldi. Lazio, Beşiktaş, Hannover ve Valencia’yı eleyerek çıktığı finalde Marcelo Bielsa’nın yönettiği Athletic Bilbao’yu 3-0’la yenen Atletico Madrid, Kupa 2’yi bir kez daha kazandı. Simeone, başına geçtiğinde sahada yeterince mücadele etmediği için ıslıklanan Atletico’yla 6 ay içinde Avrupa’da kupa kazanmıştı. Diego, antrenörü olarak kurduğu ilk cümlelerde işaret ettiği ”savaşçı” kimliğini takımına kazandırmaya başlamıştı.

Bu kulübe zafer getiren değerlere geri dönmemiz gerekiyor. Savaşçılardan oluşan bir takım olmalıyız…

İkinci Perde

Atletico Madrid, yaz aylarında alışılanın aksine para saçmadı. Alvaro Dominguez ve Eduardo Salvio toplamda 21 milyon euro’ya takımdan ayrıldı. Bu gelirin karşısında Aletico yalnızca 4.5 milyon euro’ya rotasyonu genişletecek oyuncuları transfer etti. 

Sezonun ilk büyük sınavı Uefa Süper Kupa maçında Chelsea’ye karşı verilecekti. Falcao’nun ilk yarıda hattrick yaptığı maçı Atletico 4-1 kazandı. Juanfran, Godin, Miranda ve Felipe Luis’ten oluşan defans hattının önünde Gabi ve Mario Suarez ikilisinin forma giydiği mücadeleci merkezle Chelsea’ye pozisyon vermeyen Atletico, Falcao’nun koçbaşı olduğu hızlı hücumlar sayesinde rakibini ters ayakta yakalıyordu. 

Sezonun hikayesi Atletico için aynı şekilde devam etti. Savunma, mücadele, hırs ve disiplin üzerinden tanımlanan takıma karşı oynamak rakipleri için büyük bir zulümdü. Rakipler istedikleri kadar güçlü olsun, Atletico’nun onlardan daha çok koşacağını daha çok kazanmak isteyeceğini biliyordu.

Kaptan Gabi Atletico’nun sırrını ”Bence işin sırrı, neredeyse hiçbir şey kazanmamış birçok oyuncunun olmasıydı. Ama hırsımız vardı ve gerçekten en iyilerle rekabet edebileceğimizi göstermek istedik. Adım adım gittik, gelişmeye devam ettik ve kupalar kazanmaya başladık. Hepsi soyunma odasındaki birliktelik sayesinde oldu. Birlikte futbol oynayabilmenin yanında arkadaş olmuştuk. Takımın çekirdeğinde bu vardı. İşin sırrı buydu.” cümleleriyle anlatıyordu. 

Simeone’nin ilk tam sezonunda Atletico ligi üçüncü bitirdi. Bu sıralama şampiyon oldukları 1995/96 sezonundan beri yakaladıkları en yüksek noktaydı. Bu başarıyı sergilerken 31 golle ligin en az gol yiyen takımı unvanını da elde ettiler. Ezeli rakip Real Madrid’i yenerek Copa del Rey’i müzesine götüren Atleti, yavaş yavaş kıtanın en elit takımları arasına giriyordu.

Yazın, içinde takımın en önemli gol silahı Falcao’nun da olduğu 70 milyon euro değerinde satış yapıldı. Harcanan para tıpkı bir önceki yaz transfer döneminde olduğu gibi çok daha azdı. 

Lige Sevilla deplasmanında alınan 3-1’lik galibiyetle başlayan Atletico, dokuzuncu hafta oynanan Espanyol maçına kadar oynadığı bütün maçları kazandı. İçinde Real Madrid maçının da olduğu fikstürden fire vermeden geçen Madrid ekibi kendisi gibi kusursuz ilerleyen Barcelona’nın arkasında ikinci sıradaydı.

14. haftada oynanan maçlar ligin zirvesi için yaşanacak rekabetin habercisiydi. 23 Kasım 2013 günü 16:00’da Barcelona, Granada’yı ağırlıyordu. Bu maçtan iki saat sonra Real Madrid, Almeria deplasmanına çıkacaktı. Günün kapanışıysa 22:00’da Vicente Calderon’daki Atletico Madrid-Getafe maçıydı. Barcelona açılışı Granada’yı 4-0 yenerek yaptı. Real Madrid gördü ve arttırdı, 5-0. Kapanış maçında Atletico, Getafe’yi 7-0’la geçerek rakiplerinin meydan okumasına cevap verdi.

Diego Simeone, öğrencilerinin annelerine ”Onları tebrik ediyorum, oyuncularıma büyük bir taş**k vermişler.” cümleleriyle teşekkür etti.

Bu üçlü sezon sonuna kadar yarışın içinde kaldı. Yarışı sezon başından beri önde götüren Barcelona, 22. haftada kendi evinde Valencia’ya 3-2 kaybedince kaçış grubunun önderliğini Atletico aldı. Lider olarak yalnızca bir hafta geçiren Atletico, Almeria’ya 2-0 kaybetmesinin ardında koltuğu geri Barcelona’ya devretti. Real Madrid ve Atletico Madrid’le puanı eşit olan Barça avarajla öndeydi. Eşitlik 25. haftada Atletico ve Barça’nın kaybetmesiyle bozuldu. Real Madrid sezon başından beri ilk kez zirvedeydi. 

29. haftada oynanan El Clasico’dan Barcelona’nın galip ayrılmasıyla zirve bir kez daha el değiştirdi ve Madrid’in kırmızılılarına geçti. Son haftaya kadar liderliği kaptırmayan Atletico, ligin final maçında Camp Nou’da Barcelona ile karşılaşacaktı. 

Blondie ve Tuco Çölde

Ligin son haftasında 86 puanlı Barcelona ve 89 puanlı Atletico Madrid, Camp Nou’da karşı karşıya geldi. Barcelona’nın şampiyonluk için mutlaka üç puana ihtiyacı varken, Atletico’ya bir puan dahi yetiyordu. 

The Good, The Bad and The Ugly’ye geri dönecek olursak, filmin bir noktasında iyi karakterimiz Blondie, pek sevgili çirkinimiz Tuco’yu uzunca bir süre, yalın ayak çölde yürütüyor ve elleri bağlı bir şekilde orada bırakıyordu. Maçın ilk yarısı da bu çöl sahnesine benziyordu. Önce Atletico adına sezonun en golcü oyuncusu Diego Costa sakatlandı ve oyuna devam edemedi. Costa’nın sakatlığından yalnızca yedi dakika sonra takımın oyun kurma anlamında en önemli oyuncularından Arda Turan da sakatlanıp kenara geldi. 

34. dakikada Alexis Sanchez’in topu iğne deliğinden geçirdiği vuruşuyla Barcelona 1-0 öne geçti. 1996 yılından beri kazanamadıkları şampiyonluk kupasını kaptan Gabi’nin ellerinde görme umuduyla deplasmana gelen binlerce Atletico taraftarının yüzünde hayal kırıklığı ve acı vardı. Çölde elleri bağlı halde bırakılmış gibiydiler. 

Yine The Good, The Bad and The Ugly’ye bakarsak, filmin ilerleyen dakikalarında Tuco, Blondie’ye çölde bir misilleme yaparak intikamını alıyordu. Çirkin Atletico’nun, iyi Barcelona’dan intikamı ise ikinci yarının başında Diego Godin’in kornerden attığı golle başladı. Golün ardından topu alıp oyunu rakip sahaya yıkan Barcelona’ya Atletico en iyi bildiği şekilde, 11 kişi savunma yaparak cevap verdi. Dakikalar eridikçe Camp Nou’daki kriz ve stres arttı. Son on dakikaya girildiğinde ise Atletico ön alan presiyle Barcelona’yı mümkün olduğunca kaleden uzak tutmaya çalıştı. Mateu Lahoz son düdüğü çalana kadar iki takım da gol bulamadı. 

Düdükten sonra Atleticolular sahada kutlama yaparken Camp Nou tribünleri onları alkışlamaya başladı. Sahada verdikleri mücadele sayesinde Barcelona taraftarlarının saygısını kazanan Atletico Madrid oyuncuları artık La Liga şampiyonuydu.

Oyuncularımın annelerini tebrik ediyorum, onlara büyük bir taş**k vermişler.

Angel Eyes Ve Tuco Yemekte 

Barcelona maçından yalnızca yedi gün sonra Atletico Madrid, Real Madrid’e karşı Şampiyonlar Ligi finali oynayacaktı. Barcelona karşılaşmasında sakatlanan Diego Costa finale yetiştirildi, aynı maçta sakatlanan Arda Turan ise maçı tribünden takip emek zorundaydı. 

Mücadelenin dokuzuncu dakikasında sakatlığı yeniden nükseden Diego Costa kenara geldi. Bu, Atletico’nun her zamankinden daha çok mücadele etmesi gerektiği anlamına geliyordu. Maçın hikayesi ilk dakikalardan şekillenmeye başlamıştı, Real Madrid hücum ediyordu, Atletico da savunup bir şekilde gol atmaya çalışacaktı. 

Dakikalar 39’u gösterdiğinde Barcelona’nın kilidini açan anahtar yeniden devreye girdi. Kaptan Gabi’nin kullandığı kornerde -Casillas’ın zamanlama hatasıyla- yaşanan karambol, Godin’in kafayla topu kaleye göndermesiyle bitti. Atletico Madrid 1-0 öndeydi ve yapmaları gereken tek şey en iyi yaptıkları işti. Gol yememek.

Atletico’ya gol atma zorunluluğu Real Madrid oyuncularında endişe yaratmıştı. Gareth Bale, Cristiano Ronaldo, Angel Di Maria, Karim Benzema, Marcelo, Luka Modric… Elindeki bütün silahlarla hücum eden Real Madrid topu bir türlü çerçeveden geçiremiyordu. Bütün oyuncuların Atletico yarı sahasında bulunduğu son dakikalarda iki takımın sergilediği efor ayakta alkışlanacak cinstendi. 

Neredeyse bütün sezonu bu eforla oynamış Atletico kadrosu Barcelona maçında dökülmeye başlamıştı. Costa ve Arda’yı Camp Nou’da kaybeden Los Rojiblancos, Lizbon’daki finalin son dakikalarında alarm vermeye başladı. Oyuncular artık tükenmişti. Kan ter içinde mücadele etmeye devam eden Atleticolular teker teker sakatlanıyordu. Değişiklik haklarının bitmesinin ardından birden fazla sakat oyuncu Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmak için sahada kaldı ve savaşmaya devam etti.

Gezegenin en uzun 90 dakikası Atletico Madrid için sona ermişti. Artık sadece eklenen +5 boyunca dayanmaları gerekiyordu. Az kalmıştı, Madrid’in aşağılanan çocuğu, ”züppe” kardeşini devirecekti. Sade Los Rojiblancos, gösterişli Los Galacticos’u, Güney Amerika’dan transfer ettiği oyuncular sebebiyle ”Indians” olarak anılanlar, ”Vikings” lakaplı beyaz adamları yeniyordu… Yalnızca 5 dakika kalmıştı.

Sade Los Rojiblancos, gösterişli Los Galacticos’u, Güney Amerika’dan transfer ettiği oyuncular sebebiyle ”Indians” olarak anılanlar, ”Vikings” lakaplı beyaz adamları yeniyordu.

Artık saniyeler vardı. Di Maria’nın sol kanattan kestiği ortayı bir Atleticolu blokladı ve seken topu diğeri kornere çeldi. Modric korneri kullanmak için köşeye gitti, ortayı kesti. Ceza sahası içinde bulunan 14 oyuncudan Ramos, kafayı vurdu. Bu vuruş rüyayı kabusa çevirdi. Kalan birkaç saniye yerini otuz dakikaya bıraktı. Ramos golü atmıştı ve maç uzatmalara gitti. 

Kötü haber Atleticoluların otuz dakika daha dayanacak enerjilerinin kalmamış olmasıydı. 110. dakikada Bale, 118’de Marcelo ve 120’de Ronaldo topu ağlarla buluşturdu. 90 dakika boyunca direnen Atletico, uzatmalarda paramparça oldu.

2013/14 futbol sezonu kendinden öncekilerden ve sonrakilerden çok farklı bir hikayeye ev sahipliği yaptı. Evet, Barcelona kaybetmişti, Real Madrid kazanmıştı. Atletico Madrid’in durumu biraz daha karışık, biraz daha gerçekti. Hem kazanmışlardı hem de kaybetmişlerdi. Tıpkı Sergio Leone’nin hikayesinde olduğu gibi ”iyi” ve ”kötü” basmakalıptı, hikayenin üç boyutlu karakteri çirkindi.

On Dört Numara’nın Underdog saysını okumaya Sayı #2: Underdog‘dan devam edebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir