Barcelona‘ya 9 yıl sonra teknik direktör olarak dönen Johan Cruyff ana hedefi oyunculuk döneminde attığı temelin üzerine bir yapı inşa etmekti.
Barcelona denilince günümüzde her ne kadar akla Messi, Guardiola ve Ronaldinho üçlüsü gelse de bu mükemmel, adeta bir İsviçre saati gibi işleyen sistemin temellerine baktığımızda karşımıza başka bir isim çıkıyor.
Burada bakmamız gereken kişi başlıkta da değinmeye çalıştığım “kurucu baba” sıfatını sonuna kadar hakeden futbolun büyük devrimcisi ve dahisi Johan Cruyff’tan başkası olmayacak. Ajax’tan ve Barcelona’dan hem antrenörü hem de idolü olan Rinus Michels’in kanatları altında büyüyen ve onun öğretileriyle kafasındaki futbolu daha kusursuz bir hale getiren Cruyff, Katalanların kaderini adeta tek başına değiştirecekti.
1970’lerde futbolcu olarak kapısından girdiği Barcelona’ya daha sonra teknik direktör olarak da damgasını vuran Johan Cruyff, ayrıca geleceğin temellerinin atıldığı “La Masia” projesinin de mimarı olarak anılmayı hakediyordu.
44 yıllık bir geçmişi olan La Masia’nın ortaya çıkışı ise Cruyff’un 70’li yılların sonunda “futbolcu” sıfatıyla Barcelona’ya veda ederken, o zamanki kulüp başkanı Josep Luis Nuñez’den genç yetenekler için bir futbol okulu açılmasını talep etmesiyle başlamıştı. Hollandalının bu isteğini dikkate alan Nuñez, bir bakıma bugünkü Barcelona’nın da temelini atan iki isimden biri oldu. Bu hamle ile Barcelona, Real Madrid karşısındaki makus talihini de değiştirmek yönündeki ilk ve en büyük adımı atmış oldu.
Johan katedrali inşa eden kişiydi ve bu yapının temeliydi.
Cruyff’un 1973’ün Ekim ayında Katalan topraklarına futbolcu olarak ayak basmasıyla birlikte devrim rüzgarları esmeye başlamıştı. Başarılarla geçen futbolculuk dönemi sonrasında daha da büyük başarılar elde edeceği antrenörlüğe geçişi de aslında bir mesaj içermekteydi. La Masia’nın kurulması ile beraber Rinus Michels’ten aldığı “Total Futbol” felsefesini daha da ileri taşıyıp Avrupa’nın zirvesine çıkmak isteyen Cruyff, 1988 yılında belki de tarihin en büyük futbolcusu ve La Masia’nın gözbebeği Messi’yi gelecekte kulübe kazandıracak isim olan Carlos Rexach’ın yerine takımın başına gelmişti. Bu bile alttan alta olacakların habercisi miydi diye insan düşünmeden edemiyor…
Yazıda sıkça atıfta bulunduğumuz Rinus Michels’in geliştirdiği “Total Futbol” felsefesini şiar edinip onu daha da efektif hale getirmek için baştan sona tüm yaş gruplarını bu oyuna adapte ederek kurduran Cruyff, her daim bu sisteme adapte olmuş genç yetenekleri elinin altında tutmayı amaçlıyordu. Savunmaya hücumcuları ile başlayan, kaleciyle de hücumu başlatan bu sistemi özümseyen oyuncularıyla beraber Cruyff kafasındakileri sahaya yansıtmaya ve bunun artılarını görmeye başlamıştı.
Ülke içi ve dışından transferleri de bu sisteme uyacak isimleri özenle seçerek yapan Cruyff, göreve başladıktan sonra Romario, Ronald Koeman, Michael Laudrup ve Hristo Stoichkov’u yurtdışından, ülke sınırları içinden de Andoni Zubizarreta, Jon Andoni Goikoetxea,Txiki Begiristain ve Jose Mari Bakero’yu takıma kazandırdı. Cruyff’un altyapıdan A takıma taşıdığı isimler ise Pep Guardiola, Albert Ferrer ve Guillermo Amor’du.
Başarının temelini oluşturacak kadroyu kurduktan sonra ise asıl farkını ortaya koyacağı girişimlere yönelen Cruyff daha önce hiç görülmemiş şekilde uyguladığı idmanları, Katalan topraklarında uygulamaya sokmuştu. İlk kez bir kaleci antrenörü ve sahanın her bölgesi için ayrı antrenörler tutması ayrıca nefes egzersizleri için bir opera sanatçısı Leonard Del Ferro’dan destek almasını bu örneklerin en dikkat çekici olanları arasında sayabiliriz.
Elbette bu disiplinler arası çalışma ve sıkı planlama meyvelerini vermekte geç kalmayacaktı…
Cruyff göreve gelmesiyle birlikte yaptığı hamleler ile adeta Katalunya üzerindeki Franco zamanından kalma havayı dağıtarak, daha renkli ve özgür bir oyunla bunu tüm şehre göstermek istiyordu. Bu ruhla bambaşka bir havaya bürünen Barcelona ligi domine etmeye başladı ve üst üste lig şampiyonluklarını kazandı. Hatta arada uzun yıllar sonra Avrupa’da gelen ilk kupa olan Kupa Galipleri Kupasını, 1989 yılında Sampdoria’yı 2-0 mağlup ederek müzesine götürdü. Bu final elbette bu iki takım arasındaki son final olmayacaktı.
Tahmin edildiği gibi Cruyff bunlar ile yetinmeyip gözünü Avrupa’nın zirvesine bir numaralı kupasına dikmişti. 1991/92 sezonunda 4-4-2 dizilimini terkedip 4-3-3 sistemine geçen Barcelona’nın merkezine genç yıldız Guardiola’yı çeken Cruyff, takımın merkezini Laudrup ve bu genç yıldız adayına emanet etmişti. Guardiola hamlesi bildiğimiz üzere sadece sezona değil Barcelona’nın geleceğine de damga vuracaktı.
Savunmaya hücumcuları ile başlayan, kaleciyle de hücumu başlatan bu sistemi özümseyen oyuncularıyla beraber Cruyff kafasındakileri sahaya yansıtmaya ve bunun artılarını görmeye başlamıştı.
Bu hamleyle sezona giren Barcelona bir kere daha ligi domine ederek şampiyon olurken Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde İtalya’nın yükselen değeri Sampdoria’nın bir kere daha rakibi oldu. Wembley Stadı’nda 70 bin seyirci önünde Gianluca Vialli, Gianluca Pagliuca ve Roberto Mancini gibi yıldızlara sahip olan rakibini zorlansa da, uzatma dakikalarında tarihin en iyi frikikçilerinden biri olan Koeman’ın unutulmaz frikiği ile 1-0 mağlup ederek ilk kez Avrupa’nın en büyüğü olmayı başarmıştı.
Bu başarıyı daha da yukarı taşımak isteyen Cruyff oyun planında da zaman zaman değişikliklere gidiyor 4-3-3’den 3-4-3’e de geçerek La Liga’ya damgasını vurmaya da devam ediyordu. Bu arada Şampiyon Kulüpler Kupası yerini Şampiyonlar Ligi’ne bırakmıştı.
1994 yılında bir kere daha Avrupa’nın zirvesinde finale yükselen Barcelona bu sefer karşısında Fabio Capello’nun Milan’ını buldu. Güçlü ve sert savunma karşısında herhangi bir şey üretemeyen Barcelona, Cruyff döneminin belki de en kötü yenilgisini yaşayıp sahadan 4-0’lık skorla ayrıldı.
Artık yavaş yavaş sona veya doyuma ulaşılıyordu. Ligde de kötü geçen 1995/96 sezonuyla beraber Barcelona’dan ayrılan efsane isim, arkasında büyük bir miras bırakmıştı. 4 La Liga, 3 İspanya Süper Kupası, 1 Şampiyonlar Ligi, 1 UEFA Süper Kupası, 1 Kral Kupası ve 1 Kupa Galipleri Kupası’nı müzesine götüren Cruyff, öğrencisi Guardiola’dan önce en çok kupa kazanan Barcelona antrenörü olacaktı.
Cruyff’un en iyi ve en başarılı öğrencisi olan Guardiola’nın bir röportajında dediği gibi “Johan katedrali inşa eden kişiydi ve bu yapının temeliydi. O en iyisiydi hem de açık ara… Cruyff olmasaydı burada olmazdım.” Guardiola’nın bu sözleri her şeyi özetliyordu. Bu sistemden yetişen başta Guardiola olmak üzere birçok isim adını kulüp tarihine yazdırdı ve yazdırmaya da devam ediyor.
Oğluna Barcelona’nın koruyucu azizi “Jordi” ismini veren Johan Cruyff, Barcelona futbolunun koruyucu azizi olarak adını önce Katalan topraklarına ve sonrasında da tüm futbol dünyasına yazdırmış olarak 24 Mart 2016 tarihinde o meşhur ceketini alıp biz fanilerin arasından ayrıldı.
“Seni tanıyan son insan ölünce hiç yaşamamış olacaksın.” sözünü düşünürsek, Cruyff yarattığı bu sistem sayesinde dünya ve futbol varolduğu müddetçe daima yaşayacak ve bir yerlerden elinden hiç düşürmediği sigarasıyla da Barcelona’sını izliyor olacak…
On Dört Numara’nın Cruyff sayısını okumaya Sayı #1: Cruyff‘tan devam edebilirsiniz.
Harika bir yazı olmuş. Emeğine sağlık.