Cruyff Amerika’da

Belki bir hata, belki bir alışkanlık… Sebebi ne olursa olsun hayatının kalanına yön veren uzun bir yolculuğa ihtiyaç duyar bazısı. Johan Cruyff gibi…

İflas

“Bazen birileri size kendinizi kandırdığınızı hatırlatmadan ne kadar aptal olduğunuzu anlamıyorsunuz, daha sonra hatanızı dürüstçe fark ediyor ve aslında domuzlara o kadar da ilginiz olmadığını anlıyorsunuz.”

Aktif spor yaşamları bittikten sonra ekonomik açıdan zorluk çeken sporcuların hikayelerine hepimiz aşinayız. ‘ESPN 30 For 30” belgesellerinden ”Broke”, izlememiş olanlara bu noktada tavsiye edebileceğim bir yapım. Bilhassa Amerikan sporlarında mücadele etmiş, hiç de azımsanmayacak gelirlerle kariyerini sonlandırmış sporcuların yaşadıkları çöküşleri ve nedenlerini derinlemesine irdeleyen Broke, yanlış yatırım tavsiyelerinin kurbanı sporculara da değiniyor. Ancak belgeselin değindiği sporcular arasında, komşusu Michel Georges Basilevich ile bir domuz çiftliğine yaptığı yüzbinlerce dolarlık yatırımı heba olan futbol efsanesi Johan Cruyff yok.

Cruyff’un bıraktığı mirası otobiyografisinde, kendisi hakkında yazılanlarda ve futbol sahasında yaptıklarında okumak ve anlamak mümkün. Her ne kadar oynadığı dönemi birçoğumuzun izlemesi mümkün olmamış olsa da izlettirdikleri ve sundukları dünya futbolunun değişimine yaptığı katkının ne kadar kalıcı bir miras bıraktığını anlamaya yeter nitelikte. Öyle ki total futbolun kurucusu Rinus Michels’in anlatılarını gelecek nesillere en nadide dokunuşlarla yeniden şekillendirip aktarması, Barcelona markasının büyüsüne büyü katmış, Ajax markasının vizyonunu yaratmış ve turuncu rengi bir değil birden fazla neslin ilgi odağı haline getirmiş. 

Bazen birileri size kendinizi kandırdığınızı hatırlatmadan ne kadar aptal olduğunuzu anlamıyorsunuz, daha sonra hatanızı dürüstçe fark ediyor ve aslında domuzlara o kadar da ilginiz olmadığını anlıyorsunuz.

Oynadığı dönem boyunca dünya futbolunun gözde orta sahalarından olan Johan, 1978 yılında Barcelona’daki son sezonunun ardından futbol hayatına nokta koymuştu. Ancak kendisinin de sonradan itiraf ettiği gibi çok da ilgisinin olmadığı domuzlara ve domuz çiftliğine yaptığı yatırım, onu maddi açıdan sürüncemeye itecekti. Los Angeles Aztecs’e imza atıp futbola Melekler Şehri’nde geri dönme kararı alınca, onun da Pele gibi kaybettiği maddi varlığını geri kazanmak için Amerika’yı seçtiği düşünülmüştü. Öyle ki bu söylentileri doğrular nitelikte açıklama yapan kişilerden biri Cruyff’a en yakın isimlerden olan kayın pederiydi. Cor Coster, Cruyff’un ortağı Basilevich’in bir dolandırıcı olduğunu iddia ediyor ve Cruyff’un kaybettikleri dolayısıyla futbola geri dönmek zorunda olduğunu vurgulayan açıklamalarda bulunuyordu: “Johan çalışmaya dönmek zorunda.”

Futbol Keyif İçin

Johan, nevi şahsına münhasır açıklamaları ve yaklaşımıyla iddiaları kesin bir dille reddediyordu. 70’lerin en gözde ve yeşil sahaya en kalıcı izi bırakan futbolcularından olan Hollandalı, tabii ki futbola futbol için dönme niyetindeydi. Romantizm anlayışını benimsemiş ve sanatı toplum için yapan bir cefakar sanatçı edasıyla Cruyff, “Konu para olsaydı futbola geri dönemezdim. Oyundan keyif almadan bunu yapmam imkansız. Ben sadece yapmaktan heyecan duyduğum şeyleri yapıyorum. Bu da benim yapmaktan heyecan duyduğum şey.”

Futbolculuk kariyeri oynarken keyif alma ve izleyenlere keyif verme üzerine kuruluydu. 1974’te Cruyff’lu ve 1978’de Cruyff’suz Hollanda Milli Takımı’nın yaptıkları malum jenerasyonların birçoğunun hala Avrupa Şampiyonası ve Dünya Kupaları’nda içten içe turuncu formayı desteklemesini sağlamıştı. İşte Cruyff’un kayın pederine cevap niteliği taşıyan ve Washington Post’ta yer alan bu açıklamaları, onun futbola bakış açısını en sade biçimde anlatır nitelikteydi.

Sebebi her ne olursa olsun Cruyff, fikir babası ve eski hocası Rinus Michels’le Los Angeles Aztecs’te buluşmuş ve daha ilk günden Amerikan futboluna imzasını atmaya karar vermişti. Öyle ki yapılan anlaşmanın ardından Cruyff Barcelona’dan uçağa atlamış, 12 saatlik uzun bir yolculuğun üstüne iki şehir arasındaki 9 saatlik farkı -dolayısıyla yaşaması muhtemel jet lag’i- hiçe saymış ve uçaktan indikten birkaç saat sonra çıktığı ilk maçta yeni takımına attığı 2 golle katkı sağlamıştı. 

Cruyff, bir önceki sene büyük bir meblağ karşılığında Pele’nin eski takımı New York Cosmos’la iki gösteri maçına çıkmıştı. Dolayısıyla oyuncunun hakları ‘Doğu Yakası’ ekibindeydi ancak Los Angeles, 1 milyon dolar değerindeki bu hakları 600 bin dolar karşılığında satın almış, Michels’le Cruyff’u yeniden bir araya getirmişti. Her ne kadar meşakkatli bir yolculuk sonucunda Melekler Şehri’nin yolunu tutmuş olsa da Johan’ın buradaki macerası çok da uzun sürmeyecekti. Hollandalı, bir sonraki sezon takımın Televisa isimli Meksika menşeli bir medya kuruluşuna satılması ve yeni takım sahiplerinin Cruyff yerine birçok farklı Meksikalı oyuncuya yatırım yapma isteğinden dolayı ülkenin batı yakasından doğu yakasına geçiş yapmak durumunda kalacaktı. 

Sınav

Johann Cruyff kah oyunculuk dönemlerinde, kah teknik direktörlük, kah yöneticilik dönemlerinde birçok farklı sınavla karşılaştı. Ancak başkent Washington’da karşılaştığı sabır testi hepsinden farklı bir düzeydeydi. Rinus Michels’in yanında ayrılmanın verdiği sancı, kendisini transfer eden Washington Diplomats’ta İngiliz Gordon Bradley’nin dönemin katı ve sert İngiliz oyunu tercihi sebebiyle dayanılmaz noktaya gelecekti. İlk haftalarını verimsiz geçiren Cruyff, kendisine yöneltilen eleştirilere şu şekilde yanıt verecekti, “Tamam bundan sonra spektaküler bir oyun stili benimseyeceğim, tamamen izleyicilere hitap edecek ancak bu şekilde kazanamayacağız, çünkü bir düzen içinde oynamazsanız kazanmazsınız.”

Cruyff dediğini yapacak ve sezonun geri kalanında 10 gol ve 20 asistle oynayıp takımının tam 30 golüne direkt etki edecekti. Ancak açıklamalarındaki son cümle gerçekliğini koruyacak ve Washington Diplomats play-off’larda Rinus Michels’in Los Angeles Aztecs’ine elenmekten kurtulamayacaktı. Cruyff, hocası Bradley’nin taktiksel şemalarından duyduğu yılgınlığı kah soyunma odasında hocasına karşı kah sahada takım arkadaşlarına karşı dile getirmekten çekinmiyordu. Bazen İngiliz teknik direktörün yazdıklarını silen ve tahtaya yeni bir taktik çizen Cruyff, bazen de ilk 11’de değişiklikler yapmaya varana kadar takımı şekillendirmeye çalışıyordu. Oyuncu grubuna ve yeni varyasyonlara uyum sağlama aşamasında, Ajax ve Barcelona’dakinden çok daha farklı biçimde sahanın uç noktasında çakılı vaziyette olan Cruyff, ayağına topu aldığında bazen çileden çıkma noktasına geliyor ve saha içinde takım arkadaşlarına, “Tanrı aşkına biraz hareket eder misiniz? Bu şekilde oynamamız imkansız.” diye bağırıyordu. 

Konu para olsaydı futbola geri dönmezdim. Oyundan keyif lamadan bunu yapmam imkansız.

Eğlence

Her ne kadar saha içindeki anlaşmazlıklar ve saha kenarındaki sürtüşmeler Cruyff açısından keyif kaçırıcı olsa da Hollandalı Amerika’da bulunmaktan son derece hoşnuttu. Yan hakeme bağırıp çağırdığı bir pozisyonun ardından bu kadar hiddetlenmesinin sebebi sorulduğunda, “Ben yan hakeme itiraz etmiyorum, ben ona futbolun ne olduğunu öğretiyorum.”, diye cevap vermişti. Cruyff için Amerika, yalnızca meziyetlerini sergileme noktası değil aynı zamanda eşsiz bilgi birikimini yayma merkeziydi. 

İdmanların ardından antrenman sahasında kalan Cruyff, vaktini genç oyunculara ayırıyor ve onların gelişmesi için çeşitli çalışmalar yapıyordu. Hatta onun girişimleri sayesinde Washington Diplomats iki tane alt yaş takımı bile kurmuştu. Diplomats–Cruyff birlikteliği, iki taraf açısından da bir maddi birlikteliğin ötesine geçiyordu. İlk sezonun sonunda elenmelerinin ardından uçakla eve dönen ekipte içinde endişe barındıran tek kişi belki de Cruyff’tu. Avrupa’daki gibi, taraftarların yenilen takıma tepki göstermek, onları protesto etmek için organize oldukları endişesi hakimdi ancak böyle bir durumla karşılaşmayınca, ufku ucu bucağı olmayan bir evren kadar daha genişliyordu. Dönemin Wahshington Post yazarı John Feinstein o günü şöyle anlatıyor, “Şehre döndük ve havaalanında yürüyen zeminde çıkışa ilerliyorduk. Dışarıda insanlar toplanmış ve davullarla takımı bekliyorlardı, Cruyff’ün kafası karışmıştı ve ‘yenildiğimizi bilmiyorlar mı?’, şeklinde bakıyordu. Avrupa’da eğer kaybederseniz, kendinizi korumak için polis çağırırsınız, orada kaybeden takım kutlanmaz.”

Amerika’da spora ve sporcuya olan bakış açısı, Cruyff’un kendisine yöneticilik yıllarında kullanacağı meziyetleri aşılaması açısından olağanüstü bir ortam sağlıyordu. Cruyff, Amerika’da bulunduğu zaman içinde kendine rahatlıkla “entertainer” yani “eğlendiren kimse, gösterici” diyebiliyordu. Futbolun bir “entertainment” yani “gösteri” olduğunu anlayan bir toplumun parçası olmaktan mutluluk duyuyordu. 

Cruyff, Amerika’da yaşadığı süre boyunca rahatlıkla seyahat edebilme ve sokağa çıkma özgürlüğünü de tadıyordu. Hollandalı takım arkadaşı Wim Jansen’le beraber yaptıkları New York gezisi ve bu gezi sürecinde herhangi bir hayran veya ateşli bir taraftar tarafından rahatsız edilmemiş olmak son derece memnun edici ve unutulmazdı. Cruyff, hem icra etmekten fazlasıyla keyif aldığı şeyi yapıp futbol oynuyor hem de hayatın tadını çıkararak, spora olan bakış açısının 180 derece zıt olduğu bir ülkede ufkunu genişletiyordu. Cruyff, daha sonra dünya çapında 200’den fazlasının yapılacağı ve kendi ismini taşıyan futbol sahaların inşası fikrine de Amerika’da başladığı yardımseverlik faaliyetleriyle kafasına koyacaktı. Hollandalı, sözleşmesinde bulunan madde gereği her deplasmana gidişlerinde bir antrenman sahasında engelli çocuklarla idman yapmak zorundaydı. Zamanla bu etkinlikler Johan için bir mutluluk ve enerji kaynağı olmaya başlayacak, eğlence olarak gördüğü futbolla birlikte genç nesillere ve engelli bireylere dokunma olanağı kendisini mest edecekti. 

Kaleci çok önde konumlanıyor, onu cezalandıracağım.

Cruyff

Ancak her güzel şeyin sonu olduğu gibi Cruyff’un Amerika macerasının da sonu yaklaşıyordu. Uzak Doğu’da gösteri maçlarıyla dolu bir turun ardından ülkeye dönen takım, uçaktan iner inmez kahredici haberi alacaktı. Takımın yatırımcıları musluğun suyunu kapamış ve kulüp fesih eşiğine gelmişti. Neyse ki Detroit takımı Detroit Express’i Washington’a taşınmaya ve ismini Diplomats olarak değiştirmeye karar verince Cruyff’un ayrılığı ufak bir rötar yapmış oldu. Ancak bu takımın da feshedileceği kararlaştırılınca, o sezon sakatlıklarla uğraşıp beş maça çıkabilen Johan, başkent ekibindeki son maçı için Toronto Blizzard karşısında sahne aldı. Büyücü, devre arasında arkadaşlarına, “Kaleci çok önde konumlanıyor, onu cezalandıracağım.” demişti ve dediğini sahada göstermesi uzun sürmedi. Cruyff ikinci yarıda rakip yarı alanın ilk metrelerinde aldığı topu kısa bir süre sürdükten sonra usta bir vuruşla fazlasıyla önde konumlanan kalecinin üzerinden aşırıp efsanevi bir gol atmayı başardı. Johan, Amerika’ya son imzasını atıyordu. 

Bir virtüöz olarak, yaptığı sanatın hakkıyla takdir edildiği Amerika’dan ayrılık vakti geldiğinde Cruyff, saha içinde değil saha dışında da futbolun çeşitli bakış açılarına haiz olduğunu öğrenecek, teknik direktörlük ve yöneticilik kariyeri boyunca Amerika’nın onda bıraktığı izler her zaman baki kalacaktı…

On Dört Numara’nın Cruyff sayısını okumaya Sayı #1: Cruyfftan devam edebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir